Ben Affleck Batman rolüne devam etmeye karar verdi

Ben Affleck’in yeni filmin senaryosunu bitirdiği açıklandı

Ben Affleck’in yeni filmin senaryosunu bitirdiği açıklandı

Hasılat rekortmeni ‘Batman v Superman: Adaletin Şafağı’ filminin ardından Batman rolüne devam etmeye karar veren Ben Affleck’in yeni filmin senaryosunu bitirdiği açıklandı. Haber Batman hayranları arasında heyecan yaratırken iki ‘Justice League’ filminde rol almak için sözleşme imzalayan Ben Affleck’in Batman serisine de devam etmek istediğini stüdyoya bildirdiği belirtildi.

(Ben Affleck)

REKOR KIRDI Türk Hava Yolları’nın (THY) ana … ‘BATMAN V SUPERMAN’DEN REKOR ÜSTÜNE REKOR Türk Hava Yolları’nın (THY) ana …

‘Doğa her zaman en büyük endişem oldu’

Mimar Zaha Hadid, geçen çarşamba günü 65 yaşında hayatını kaybetti. Son röportajlarından birini geçen yıl HT Pazar’a vermişti….

Mimar Zaha Hadid, geçen çarşamba günü 65 yaşında hayatını kaybetti. Son röportajlarından birini geçen yıl HT Pazar’a vermişti….

Dilek BİRGEN/ HABERTÜRK PAZAR

Arap bir kadın olarak modern mimarinin fenomenlerinden biri sayılmasıyla da çizdiği yuvarlak hatlı akışkan binalarıyla da sıra dışı bir kadındı Zaha Hadid. “Röportaj yapalım mı?” diye teklif ettiğimde hiç kırmamıştı, aksine bir o kadar da sevecen yaklaşmıştı… Nereden bilebilirdim ki son röportajlarından biri olacağını?

Ölümü hiç hesaba katmamıştı, onlarca projesi vardı. Yapıtlarıyla o kadar ayrı bir yerde duruyor ki, taklit edilmesi bile neredeyse imkânsız… Hadid de her sıra dışı yetenek gibi bedelini ödeyerek bunları başardı, hiç yılmadı. “Irak’ta çok özgür bir ortamda, güzel bir çocukluk geçirdim. Ailem laik ve düşüncelerimi özgürce dile getirebileceğim şekilde beni yetiştirdi” diye anlatmıştı eski zamanları. Onu en çok zorlayansa Arap olmasıydı ki onu da çok çalışarak aştı. 2004’te Pritzker Mimarlık Ödülü’nü alan ilk kadın mimar olmayı başaran Hadid, 2008’de Forbes’un “Dünyanın En Güçlü 100 Kadını” listesine de girdi. Sevgili Zaha Hadid ile yaptığım son röportajdan alıntılar…

HADİD’İN PROJESİ İSTANBUL’DA ‘MODİFİYE’ OLDU

İlk mesleğe başladığınız o yıllarda mimari ne durumdaydı?

Yeni oluşumlar, farklı tasarımlar üzerinde sürekli araştırmaya başladım. Bence mimarinin ihtiyacı olan da buydu. Resme yöneldim. Geometrik şekillerle değişik çalışmalarım oldu. Malevich çalışmaları da çok farklı araştırmalar yapmamı, sıra dışı projeler yaratmamı sağladı. Malevich’in tabloları, yaptığı geometrik şekiller benim çalışmalarımda güç ve enerjiye dönüştü. Bu şekiller eğrilerek, bükülerek, mekânsal mükemmel bir akıcılığa büründü. Bu hafiflik ve havada durabilen, yer çekimine karşı gelen eserlerime öncülük etti. Bunun en iyi örneği, mimarlığını yaptığım 2012 Olimpiyat Merkezi ve Bakü’de Kültür Merkezi’dir.

En büyük ilham kaynağınız nedir?

Doğa! O kadar estetik, incelik ve ayrıntı içinde saklı. İnsanlar hep bana soruyor “Neden eserlerinde düz çizgiler ve 90 derece açılar yok?” diye. Doğayı düşünürseniz, sıradanlık, düz ve 90 derecelik, hatlar tekdüzelik göremezsiniz. Mimar, modayı ve ekonominin durumunu takip etmez. O bir çeşit yaratıcılıktır. Sosyal ve teknolojik yeniliklerle bağlantılı olmanız lazım. Her zaman insanların taleplerini ve yaşamın genel hatlarını takip etmek gerek. Özellikle her gün artan nüfusu, şehirciliği göz önünde bulundurmak şart. 21. yüzyılın önüne projelerimizle şimdiden geçmeliyiz.

Erkeklerin egemen olduğu bir alanda nasıl bu başarıyı elde ettiniz?

Hiçbir zaman vazgeçmeyerek! Bu konuda mütevazı olamayacağım başarımla da gurur duyuyorum. Mimarlık kolay bir meslek değil. Kadın erkek fark etmez, kime sorsan aynı şeyi söyleyecektir. Kendine ve yaptığın işe inanman şart. Her gün bir şeyler öğrenmek, yeni adımlar atmak çok önemli.

En zirve projeniz hangisiydi?

Bu benim için çok zor bir soru. Fakat Vitra İtfaiye Tesisi’ne çok farklı bir bağlılığım var; Rolf Fehlbaum, Vitra Genel Kurul Başkanı ilk yıllarımda bana inanarak yaptırdı.

Bu derece nasıl yaratıcı olabiliyorsunuz?

Yaratıcılığın sonu yok, inancım sayesinde!

Projelerinizi taklit etmeye çalışanlar oluyor mu?

Geçmişte oldu ama önemli değil.

‘Dünyanın en başarılı ve güçlü kadını’ titrini almak nasıl sorumluluklar getiriyor?

Bu titri hiç önemsemiyorum. Tabii ki çok güzel ve gurur duyuyorum ama çok da ciddiye almıyorum. Beni en çok heyecanlandıran bu sektör dışındaki insanların mimarinin önemini anlaması, değer vermesi. Bundan 25 sene önce insanlar mimariye önem vermiyorlardı, evlerine, işyerlerine, bahçelerine… Şu an herkes yaşam ve iş alanları için daha özenli. Bu sizi sektörün bir parçası yapıyor. Benim için en önemli şey mimarinin değer görmesi.

Gelecekte neler yapmak isterdiniz?

Şehircilik tecrübemi halka yönelik alanları yaratmak için kullanmak. Geniş bir alana dağılmış birbirinden farklı fakat bir diğerine bağlı organik ve yüksek korelasyonlu binalar inşa edebiliriz.

‘İSTANBUL MUHTEŞEM METROPOL’

Türkiye’de de önemli bir projeniz var, Kartal Projesi… Ne aşamadasınız?

Kartal’daki kentsel dönüşüm projelerini çizdik. Beklemede.

İstanbul’un ihtiyacı nedir sizce?

Hızla gelişen şehircilik yapısına entegre bir ana plan, doğru altyapı çalışmaları, toplu ulaşım kolaylıkları, trafik problemine yönelik çözümler, özellikle şehir merkezine baskı oluşturmayacak bir yerleşim planı hedeflenebilir.

İstanbul’da cami inşa etmeyi düşünür müsünüz?

O muhteşem kültürü yansıtan güzel bir cami inşa etmeyi çok isterim. İstanbul bana çok ilham veren bir şehir olmuştur. Ailemle de çok ziyaret ederdik. Tarihi eserleri olsun, doğası olsun çok zengin bir şehir. Her köşede farklı bir güzellik önünüze aniden çıkabiliyor. Birbirinden çok farklı özelliklere sahip beldelerden oluşmuş, muhteşem metropol.

‘ÇALIŞMAK TÜM ENGELLERİ ORTADAN KALDIRIR’

Tutkulu bir kadındınız… En büyüğü hangisi?

Eğitim! Eğitim sırasında fırsatları olduğunda öğrencilerden nasıl bir verim alabilirsiniz bilemiyorsunuz. Önce korkabilirler, benden değil tabii ki, önlerindeki fırsattan… Bence onlara eğitimle birlikte güven de aşılanmalı. Belki bu yüzden insanlar bizim bünyemizde çalışmak istiyor. Tek zorunlu oldukları şey, çok çalışmak, yapabileceklerinin fazlasını hedeflemek. Bu şekilde her zaman daha iyisi için uğraşıyorlar. Bize düşen onların ilerlemesine katkıda bulunmak, fırsatlar tanımak, özgür bırakmak, güven kazanmalarını sağlamak. Her zaman olgunlaştıklarını görmek heyecan verici oluyor.

Bir de feminist yanınız var…

Feministim. Kadınların yetenek ve gücüne inanıyorum. Ayrıca kadınlar için özellikle “Kadın mimar” denilmesine de karşıyım. İlk başta ben bir mimarım. Milyonlarca kadından farklı değilim. Karşılaştığım en büyük zorluk kadın ve Arap veya kadın- Arap kimliğimdi…

Geleceğe yönelik endişeleriniz var mı?

Doğa her zaman benim en büyük endişem oldu. Mimarinin bir parçası insanları kendilerine ait yaşam alanlarında mutlu etmek, rahat ettirmek. Güzel bir yaşam alanına sahip olmak her kesimin arzusu ama doğayı yıpratarak değil. Mimarlar bugün yaşam alanları konusunda insanları çok daha iyi ve bilinçli şekillerde yönlendirebiliyorlar.

Kadere inanır mısınız?

Benim tek şey inandığım çalışmak. Çalışmak tüm engelleri ortadan kaldırır. İnsanın kendine olan güveninin temelini oluşturur.

Bir Teröristin Evladı Olmak

Zak Ebrahim, 1993’te Dünya Ticaret Merkezi saldırısına karışan teröristlerden birinin oğlu. Röportajımızda, bir teröristle yaşamanın neye benzediğini ve zaman içinde nasıl bir barış savunucusuna dönüştüğünü anlattı

Zak Ebrahim, 1993’te Dünya Ticaret Merkezi saldırısına karışan teröristlerden birinin oğlu. Röportajımızda, bir teröristle yaşamanın neye benzediğini ve zaman içinde nasıl bir barış savunucusuna dönüştüğünü anlattı

Gizem Sevinç Selvi/ HABERTÜRK PAZAR

Arka arkaya patlayan bombaların üzerinde bir süredir hepimiz paralize olduk. Koskoca İstiklâl Caddesi, İstanbul metrosu günlerce bomboştu. Hayatımız durdu, korktuk! Metro kullanmaya devam ettiğim halde benim de her istasyonda dizlerim titredi. “Kim bu acayip yaratıklar, nasıl bu kadar acımasız ve vahşi olabiliyorlar?” diye sordum.

Sonra bir gün Gülenay Börekçi, Zak Ebrahim’den söz etti. Zak’ın önce TED konferansındaki konuşmasını izledim, sonra röportajlarını, hakkında çıkan haberleri okudum. 26 Şubat 1993’te 6 kişinin öldüğü, binden fazlasının da yaralandığı Dünya Ticaret Merkezi saldırısına karışan teröristlerden birinin oğluymuş. Feci bir çocukluk geçirmiş; adını dünyanın bildiği teröristlerin arasında büyümüş, babası elinden tutup onu poligona, atış eğitimlerine götürmüş… Ama hikâyenin sonunda o çocuk bir fanatik değil, barış savunucusu olmuş. Zak Ebrahim’e ulaşıp yaşadıklarını, maalesef artık yavaş yavaş kanıksamaya başladığımız terör olaylarının arkasındaki adamları sordum.

Zak, yaptığınız konuşmalardan birinde bir tür fanus içinde büyüdüğünüzden ve dışarıdaki her şeyi tehlike olarak algıladığınızdan söz ediyorsunuz. Bu durum ne zaman ve nasıl değişti?

Ah evet. Bir çocuk olarak çok dar bir çevrede, dar bir bakış açısıyla büyüdüm. İyi bir insan olmanın da dar bir anlamı vardı benim için. Dolayısıyla kafamda yarattığım stereotipe uymayan herkes tehlikeli sayılırdı ve muhtemelen toplumun geri kalanından izole olmamın nedeni de buydu. Eğer birini fanatikleştirmek derdindeyseniz, izolasyon çok iyi bir araçtır. Yani o kişiyi alıp nefret etmesini istediklerinizden ayrı bir yere koyar, onlardan korkmayı öğretirsiniz. Benim durumum büyümeye ve diğer insanlarla iletişim kurmaya başladığımda değişti. Birbirinden farklı insanlar tanımak bana kimseyi ırkı ya da dini nedeniyle yargılamamam gerektiğini öğretti.

Başa dönersek bir teröristin evinde günlük hayat nasıldır, neler olur?

“Kör imam” diye bilinen Ömer Abdurrahman ve 1993’teki Dünya Ticaret Merkezi saldırılarının sorumluları gibi pek çok adamla vakit geçiriyorduk. O dönem Afganistan’daki savaş için fon arıyorlardı. Ayrıca hafta sonları Long Island’daki poligonda tam otomatik silahlarla eğitim alıyordum. Küçük bir çocuk için çok da normal tecrübeler değil yani.

Korkunçmuş. Evde şiddet gördünüz mü?

Maalesef evet. Evde bize sürekli hakaret eden bir adam vardı. Ailem de ben de yoğun biçimde hem fiziksel hem de psikolojik şiddete maruz kaldık.

Herhangi bir terörist saldırıya bire bir şahit oldunuz mu hiç?

Hayır, neyse ki olmadım. Babam beni eğitimlere götürse de herhangi bir eyleme götürmedi.

‘BABAMI KINAMAKTAN GOCUNMAM’

“İnsanlardan nefret etmekten yoruldum” demeniz çok etkileyiciydi. Neden birbirimizden bu kadar nefret ediyoruz?

Doğrusu insanın özünde sevgi dolu bir varlık olduğuna inanıyorum, hepimiz hayattan çoğunlukla aynı şeyleri bekliyoruz. Maalesef zaman zaman farklılıklarımız bizi birbirimizden uzaklaştırıyor, hatta farklılıklarımızın bizi diğerlerinden iyi kıldığına inanmaya başlıyoruz. Bu da beraberinde üstünlük ve nefret duygularını getiriyor.

Tüm bu zorlukların size verdiği en önemli ders ne oldu?

Aldığım en değerli ders, hepimizin temelde aynı olduğunu öğrenmekti. Evet, bazı farklılıklarımız var ama çoğumuz kendimiz ve sevdiklerimiz için benzer şeyler istiyoruz. Bunu hissetmek, bilhassa öfkeli ve nefret dolu insanların arasındayken çok daha değerli hale geliyor, inanın.

Babanızı tüm terör kurbanları adına kınadığınızı açıkladınız. Bu, bir oğul için zor bir durum değil mi?

Tahmin edersiniz ki babanızı sevmemek hiç de normal sayılabilecek, doğal bir duygu değil. Dolayısıyla zaman zaman kendimi duygusal olarak son derece kafa karıştırıcı bir durumun içinde bulduğumu itiraf etmeliyim. Ne olursa olsun, ne kadar korkunç olaylara karışmış olursa olsun, o benim babamdı, onu sevmek istiyordum. Ama bir yetişkin olarak babamım eylemlerini kınamaktan asla gocunmam. Onun yaptıkları, savundukları durumu zorlaştıran, daha kötüye götüren şeyler. Bizim, daha iyisini yapmaya ihtiyacımız var.

“A Terrorist’s son: The Story of Choice” adında bir kitap yazdınız, neden?

Çünkü insanlara radikal bir çevrede, ekstrem bir ideolojinin ortasında büyüyen bir çocuğun, nefret dolu birine dönüşmeyebileceğini gösterme ihtiyacı duydum. Bir de hikâyemin Müslümanlar arasında da sık görülen bir durum olmadığının anlaşılmasını istedim.

‘TOPLUMU KENDİLERİ GİBİ ÖFKELENDİRMEK İSTİYORLAR’

Türkiye’de ve tabii Avrupa’da yaşanan terör olaylarını aşmanın, çözmenin yolu ne? Çünkü biz burada bir süre paralize olduk resmen, sokağa bile çıkamayan insanlar oldu.

Türkiye’de ve tabii Avrupa’da yaşanan terör olaylarını aşmanın, çözmenin yolu ne? Çünkü biz burada bir süre paralize olduk resmen, sokağa bile çıkamayan insanlar oldu.

Terörün, günlük hayatımızın bir parçası haline gelmesiyle nasıl başa çıkmalıyız sizce?

İnsan hep farklı tecrübelerle hayatta kalmanın yoluna bakıyor. Savaştayken ya da bir terörist grupla baş etmeye çalışırken de hayatımıza devam etmenin bir yolunu buluyoruz. Hiçbir şey stabil ilerlemese bile… Bu bizim, zor koşullara uyum sağlamamızı sağlıyor. Öte yandan böyle stresli bir ortamda yaşamaya alışmamak, başkalarının acılarına karşı uyuşmamızı da önlüyor. Evet, zor zamanlarda birbirimize yardım etmeye çalışmalıyız. Bunu yapmak her zaman kolay olmayabilir ama önemli işler her zaman zordur.

Bunu yanıtlamak zorunda değilsiniz ama babanıza karşı ne hissettiğinizi merak ediyorum. Seviyor musunuz onu?

Dürüst olmam gerekirse, bu soruyu yanıtlamak benim için zor olabiliyor. Ömrümün çoğu, babamım fanatikleşmeden önceki halini zihnimde canlı tutmaya çalışmakla geçti. O zamanlar sevgi dolu ve komik bir adamdı. Yaşlandıkça, onu gerçekten tanıyamadığımı fark etmeye başlıyorum. Her şeye rağmen, o hatırladığım adamı çok seven bir yanım var.

“Neden ben?” dediniz mi hiç?

Daha genç olduğum dönemlerde evet, bunu merak ettim. “Keşke tüm bunları yaşamasaydım” dediğim çok zaman oldu. Ama bir yetişkin olarak vaktimi, “Her şey farklı olsaydı” diyerek harcayamam. Önüme bakmaya çalışıyorum. Mükemmel değilim, bazen ben de yenildiğimi hissediyorum elbette ama bu, daha iyisi için çabalamamı engellemiyor.

Bu kadar radikal bir ortamda büyümek dine yaklaşımınızı etkiledi mi? İnançlı biri misiniz?

Ateistim. Ama insanların şunu anlamasını istiyorum: İslam dinini terk etmemin sebebi, babamın eylemleri olmadı. Onun yaptıklarının, ortalama İslam anlayışından uzak olduğunun farkındayım. Buna rağmen bir yetişkin olarak, sonsuz güce sahip bir varlığın bizi bir biçimde yaratıp ardından yaşama biçimimiz yüzünden yargılaması fikrini anlamak benim için güç. Bu fikir, insanın yaradılışına dair bir zayıflık gibi geliyor bana. Ama hepimiz aynı şeye inanacağız diye bir şey de yok elbette. Yapmamız gereken tek şey, aramızdaki fikir ayrılıklarına rağmen birbirimizi kırmadan yaşayabilmemiz.

Hillary’nin impostor sorunu

Hillary Clinton’da “impostor sendromu” yokmuş. Aslında iyi bir şey ama tuhaf sonuçları var. Başkanlık için kendine güveniyor ama Demokrat seçmenin yüzde 40’ı onu “güvenilmez” buluyor. Nedeni mi? Bazı başarılı kadınlarda görülen o sendromdan muzdarip değil de ondan…

Hillary Clinton’da “impostor sendromu” yokmuş. Aslında iyi bir şey ama tuhaf sonuçları var. Başkanlık için kendine güveniyor ama Demokrat seçmenin yüzde 40’ı onu “güvenilmez” buluyor. Nedeni mi? Bazı başarılı kadınlarda görülen o sendromdan muzdarip değil de ondan…

Ayşe Özek KARASU/ HABERTÜRK PAZAR

Kadın kendine o kadar güveniyor ki, ABD başkanlık koltuğuna talip. Ne büyük cesaret. Pardon, bu ne cüret! Koltuğa bir erkek olarak talip olmak, bütün donanım ve becerilerin yanında cesaret de ister tabii ki. Ama başkanlık yarışına giren kadın, cesur filan değildir, düpedüz cüretkârlık suçu işlemektedir. Örneğin Hillary Clinton…

Ben uydurmadım, Amerikalı birkaç kadın yazarın kaleminden okudum. Huffington Post’ta Anna Kegler, Slate’de Christina Cauterucci yazdı ve mantıklı geldi. Söyledikleri şu: Bazı başarılı kadınların muzdarip olduğu “impostor (veya imposter) sendromu” Hillary Clinton’da görülmediği için toplum onun varlığıyla başa çıkamıyor. Çünkü kalıplara uymuyor. Normalde bir kadının ABD başkanlığı makamına yükselmek gibi ihtiraslara kapılmaması gerekiyor. Oysa Hillary öyle bir ihtiras ve özgüven sahibi ki, bir kere denedi olmadı, yeniden deniyor. Yılmıyor, savaşıyor.

Ancak kamuoyu önündeki bir kadının özgüveni ters etki yaratıyor. Çünkü erkek egemen düzende kadından beklenen fazla yükselmemesi; yok eğer yükseldiyse bunu hak etmediğini düşünmesi. “CEO, genel müdür, dekan, rektör vs oldum ama aslında bunun için yeterli vasıflara sahip değilim, günün birinde foyam ortaya çıkacak” vesveselerine kapılması….

İşte bunun adı “impostor sendromu”; yani sahtekârlık sendromu. Takke düşecek kel görünecek korkusu. Hem de hiç gereği yokken, kendini değersizleştirme sendromu. Bu kavram ilk kez 1978’de psikolog Dr. Pauline R. Clance ve Suzanne A. Imes tarafından ortaya atılıyor. Kariyerin tepe noktalarına tırmanıp, başarılarını içselleştirmeyi beceremeyen ve sürekli foyasının ortaya çıkacağı korkusuyla yaşayan insanların ruh halini “impostor sendromu”yla tarif ediyorlar. Çoğunlukla kadınlar yakalanıyor ve gördükleri takdiri hak etmediklerini, alkış tutulduğu kadar zeki ve yetenekli olmadıklarını düşünüyorlar. Şans eseri başarıya ulaştıklarını, açık verdikleri an rezil olacaklarını zannediyorlar.

Psikologların çalışma alanına girmekle birlikte mental bir bozukluk değil. Aslında daha küçük yaşta başlıyor. Erkek çocukları fazla düşünüp taşınmadan, risk alarak becerilerini ortaya dökerken, kız çocukları iki kere düşünüyor, doğru cevaptan iyice emin olmadan parmak kaldırmıyorlar meselâ. Medyanın da payı yok değil. Kızlara, gerçek değerlerinin görüntüde olduğu pompalanırken, erkeklere de kızlara güven olmayacağı mesajı işleniyor.

Hillary Clinton da bundan payını alıyor. Güven meselesinin çok ön planda olduğu başkan adaylığı kampanyasında en fazla Clinton salvolara maruz kalıyor; sahici-hakiki değil, numaracı, taklitçi gibi. Demokrat seçmenin yüzde 40’ı kendisini güvenilmez buluyor. New York Times’ın eski genel yayın yönetmeni Jill Abramson’a göre ise Clinton, bütün başkan aday adayları arasında en doğrucu olanı. Ama kadına yönelik önyargılar devreye giriyor. Dışişleri Bakanı olduğu dönemde, resmi yazışmalarında ailenin özel e-mail’ini kullandığı ortaya çıkmıştı ya; Demokrat adayların TV tartışmasında Hillary’ye “E-mail olayında suçlu bulunursanız adaylıktan çekilir misiniz?” diye soruluyor. Oysa hapse düşürecek bir suç söz konusu değil. Hillary de “Bu soruya cevap bile vermem” diyor.

Kadın yazarlara göre Clinton özgüvenle risk alıyor ve oy istiyor. Çünkü başkan adaylığını rakibi Bernie Sanders’dan daha fazla hak ettiğini düşünüyor ve böylece oyunun kurallarını bozuyor, statükoya meydan okuyor.

NE? EINSTEIN DA MI?

Bu arada impostor sendromu erkeklerde ve belirli azınlık gruplarında da yok değil. Örneğin Afrika kökenli Amerikalılar’da. Hayatta başarılı olan siyahlar arasında, kendi yeteneklerine şüpheyle bakanlara sıkça rastlandığı belirtiliyor. Bunu açıkça itiraf edenler var. Jazmine Hughes adlı kadın gazeteci New York Times Magazine’de editör olarak işe alınınca şaşırıyor ki; “O günden beri bu işi gerçekten hak ettiğime kendimi inandırmak için mücadele ediyorum” diye yazıyor. Hatta “Impostor sendromunu yenmek için Empire dizisindeki Cookie gibi bile giyindim” diyor. Cookie, hani şu Taraji P. Henson’ın harika bir şekilde canlandırdığı dehşetengiz yırtık karakter.

Jodie Foster’dan, Kate Winslet ve Denzel Washington’a bir dizi isim “impostor sendromu”ndan muzdarip figürler olarak gösteriliyor ama en uç örnek Albert Einstein. Adam izafiyet teorisinin babası ama ömrünün son demlerinde impostor sendromuna yakalandığına dair işaretler var. Bir dostuna, “Hayatımın eserine gösterdikleri aşırı saygı ve itibar beni hasta ediyor. Bazen kendimi düzenbaz gibi hissediyorum” diye yakındığı söyleniyor.

 

Bahar Nezlesine Yakalanmamak İçin Tavsiyeler

Baharın gelmesini birçok insan dört gözle bekler. Fakat bahar güzellikleri ile birlikte gelirken aynı zamanda insanlar üzerinde yaratabilecek bazı problemler ile de birlikte gelmektedir. Önemli olan ise bu mevsimsel değişiklerin yaşandığı bahar aylarında insanların nasıl davranması gerektiği konusunda bilinçli olmalarıdır. Bu konuya dair daha fazla bilgi sahibi olmak için de sizin için hazırlamış olduğumuz Bahar Nezlesine Yakalanmamak İçin Tavsiyeler adlı haberimize bir göz atabilirsiniz.

Bahar geldiği zaman doğa hareketlenir. Ağaçlar çiçek açar ve polenler meydana gelir. Bu durum da insanlar üzerinde bazı olumsuz etkilere sebep olabilir. Mevsimsel alerjik rahatsızlıklar kendini göstererek kişinin gün boyu rahatsız olmasına neden olabilmektedir. Bu durumlardan olabildiğince az etkilenmek adına yapılabilecek ya da önlem alınabilecek bir takım durumlar söz konusu olur. Her insanın kendini mevsimsel geçişlerden koruması için yapması gereken bir takım durumlar bulunmaktadır.

Bahar aylarında kendini gösteren bu alerjik rahatsızlıklar halk arasında bahar nezlesi olarak adlandırılır. Bahat nezlesi insanlar üzerinde burun tıkanıklığı, burun akıntısı, burun kaşıntısı, çok fazla sayıda hapşırma, gözlerde şişkinlik, göz altlarının çökmesi ve morarması, tat duyusunda azalma ya da koku duyusunda azalma gibi rahatsızlıklar ortaya koyabilmektedir.

Bahar alerjisine yakalanmamak için evlerin havalandırılması fakat bu havalandırmanın polenlerin uçuş zamanında yapılmaması, toz maskesi ya da gözlük kullanması, sık sık duş alınması, bol bol su içilmesi ve kıyafetlerin temiz tutulması çok önemli olmaktadır.

Uzun Süre Bacak Bacak Üstüne Atarak Oturmak Zarar Veriyor

Hemen hemen herkes gün içerisinde bacak bacak üstüne atarak oturur. Fakat bacak bacak üstüne atmanın bir insana nasıl bir zarar verebileceği konusunda çok az sayıda insan bilgi sahibi. Bacak bacak üstüne atarak oturmak insan sağlığına olumsuz etki ediyor. Bu konu ile ilgili çok daha fazla insanın bilinçlenmesi gerekiyor. Bizler de bu durumu dikkate alarak sizler için bu konu ile ilgili elde ettiğimiz bilgileri bir araya getirdik. Siz de bu konuda bilgi sahibi olmak istiyorsanız, sizin için hazırlamış olduğumuz bu Uzun Süre Bacak Bacak Üstüne Atarak Oturmak Zarar Veriyor adlı haberimizi okuyabilirsiniz.

Uzun süre aynı pozisyonda kalmak peroneal sinir felci adlı bir duruma sebep olabiliyor. Bu duruma sebep olan en yüksek ihtimalli durum ise bacak bacak üzerine atarak uzun süre aynı pozisyonda oturmak olarak biliniyor.

Yapılan bir araştırmaya göre bir insanın uzun süre boyunca bacak bacak üstüne atarak oturması kan basıncının yükselmesine sebep oluyor. Bu durum dolaşım problemlerine de sebep olduğundan dolayı insanların sağlıklı bir hayat sürdürebilmeleri için uzun süre bacak bacak üstüne atar pozisyonda oturmamaları gerekiyor.

Bacak bacak üstüne attığımız zaman bacaklardan göğse kan gitmiyor ve bu durumdan dolayı kalpten çok fazla miktarda kan pompalanıyor. Ayrıca bir gün içerisinde üç saatten fazla bir süre bacak bacak üstüne atarak oturmak örümcek damar, kamburluk, sırt ağrıları, ense ve kalça ağrıları gibi rahatsızlıklara yol açabiliyor.

 

Uyku Hayat Kalitesi Üzerinde Önemli Bir Rol Oynuyor

Her insan günlük faaliyetlerini yerine düzgün bir şekilde getirebilmek için gerekli enerjiye ihtiyaç duyar. İnsanların ihtiyaç duydukları bu enerjinin var olmasında etkili bir rol oynayan durum ise yeterli uyku olmaktadır. Uyku bir insan hayatında çok önemli bir yer kaplar. Fakat uyunan uykudan çok uykunun kalitesi önemlidir. Herkesi ilgilendiren bu konu ile alakalı daha fazla bilgiye erişim sağlamak için sizin için hazırlamış olduğumuz bu haberi okumaya devam etmenizi tavsiye ederiz.

Yrd. Doç. Dr. Gülümser Sertbaş bir insanın ne şekilde uyuması gerektiği yönünde bazı tavsiyelerde bulundu. Bir insanın sağlıklı bir şekilde devam etmesi için günde en az 6, en fazla ise 9 saat uyuması gerektiğini söyleyen Yrd. Doç. Dr. Gülümser Sertbaş, bu kurala uymayanların uyku bozukluğu yaşadığını ve bu yaşanan uyku bozukluğunun da depresyon gibi durumlara sebep olduğunu belirtti.

Yrd. Doç. Dr. Gülümser Sertbaş, yeterli uyku uyunmaması durumunda insanların psikolojik problemlerinde artış görülebileceğini söylerken, bu durumun insanlar üzerinde çeşitli mutsuzluklara sebep olabileceğini de sözlerine ekledi. Bir insanın günlük hayatındaki bir takım problemler uyku düzenine etki edebilmektedir. Önemli olan ise uykusuzluğun sebebinin tespit edilmesidir. Tespit edildikten sonra ise bu sorunun çözülmesi ve yeterli uyku uyumak için gerekli bir takım durumların yerine getirilmesi gerekir.

Kas gevşetme hareketlerinin uyku durumuna olumlu etkisi olduğunu söyleyen Yrd. Doç. Dr. Gülümser Sertbaş, nefes alma tekniklerinin de bu duruma çözüm olduğunu belirtti.

 

Meme Kanseri Riskini Azaltmak İçin Egzersiz Şart

Hiç kimse sahip olduğu en değerli varlığının sağlıklı bir birey olmak olduğunu unutmamalıdır. Sağlıklı bir birey olmak, hem şu anki vaktimizi daha iyi değerlendirmemize hem de gelecekte daha iyi günler geçirmemize sebep olarak insan ömrünü uzatıyor. Her insanın sağlıklı bir birey olmak için yapması gereken bir takım şeyler bulunur. Bunlardan en önemlisi de egzersiz yapmak. Kalın bağırsak ve meme kanseri riskinin azalması için de uzmanlar insanların düzenli egzersiz yapası gerektiği yönünde uyarılarda bulunuyor. Sağlığını seven ve düşünen her insanın bilmesi gereken bu konu hakkında daha çok bilgiye sahip olmak istiyorsanız, sizin için yayımlamış olduğumuz bu haberi okumaya devm etmenizi tavsiye ederiz.

 

Liv Hospital Medikal Onkoloji Uzmanı olan Doç. Dr. Duygu Derin, yapılan araştırmalara göre insanların bir hafta içerisinde 3 ya da 5 gün orta ya da ağır seviyede egzersiz yapması gerektiğini söylerken, bu egzersizin süresinin en az 30 dakika olması gerektiğini belirtiyor. Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi de insanların kansere yakalanma riskini azaltmaları için egzersiz yapmanın çok doğru ve etkili bir yöntem olduğunu belirtiyor.

İnsanların egzersiz yapma yaşı yoktur. Her insan hangi yaşta olursa olsun sağlıklı bir birey olmak için çaba sarfetmeli ve egzersiz yapmalıdır. Egzersiz, insanın hem bedensel hem de zihinsel olarak kendini güçlü hissetmesine sebep olur. Düzenli yapılan egzersizler sayesinde insanların birçok rahatsızlığı yendiğini belirterek, kanser riskinin ve menopoz öncesi sendromların da egzersiz ile gözle görülür derecede azaldığını söyleyebilmekteyiz. Egzersiz yapan kadınlar ile egzersiz yapmayan kadınlar arasındaki fark ile egzersiz yapmanın ne kadar önemli bir faaliyet olduğu ortaya çıkıyor.

 

17 Nisan Kitap Hediye Günü Yaklaşıyor

Kitap Hediye Günü, Herkese Kitap Vakfı tarafından insanlara okumanın önemini aşılamak ve okumayı sevdirmek amacı doğrultusunda ilan edilmiş olup, bu yıl Nisan ayının 17. gününde kutlanacaktır. Bu konu ile ilgili daha fazla detaya erişim sağlamak istiyorsanız, sizin için yayımlamış olduğumuz bu haberimizi okumanızı tavsiye ederiz.

 

Kitap Hediye Gününün sloganının “Benden Sana” olduğu biliniyor. Bu önemli günün tanıtımının gerçekleştirildiği toplantıda Herkese Kitap Vakfı Kurucu Genel Başkanı olan Bülent Şenver bu proje ile ilgili bazı açıklamalarda bulundu. Uygulamış oldukları bu projeye Türkiye Yayıncılar Birliği, birçok yazar, birçok sanatçı ve yayınevlerinin destek verdiğini belirten Herkese Kitap Vakfı Kurucu Genel Başkanı olan Bülent Şenver, Kitap Hediye Günü’nün her yıl Nisan ayının üçüncü pazarında kutlandığını ve bu yıl da 17 Nisan’da kutlanacağını söyledi.

Kitap okumanın bir insan hayatında ne kadar önemli bir anlam ifade ettiğini hepimiz biliyoruz. Fakat düzenli kitap okuyan kaç kişi var? Bu sayının arttırılması ve her insana kitap okumanın sevdirilmesi için çalışmalar gerçekleştirilen bu Kitap Hediye Günü’nde yılda bir kereye mahsus insanların birbirlerine kitap hediye etmeleri arzu ediliyor. Bu gerçekleştirilen etkinliğin dünya üzerinde bir ilk olduğunu söyleyen Herkese Kitap Vakfı Kurucu Genel Başkanı olan Bülent Şenver, bir insana kitap hediye ederek kitabı sevdirmenin mümkün olabileceğini söylerken, her insanın 17 Nisan’da başka birine bir kitap hediye etmesini istedi.

Kayahan Yaşamını Yitireli 1 Yıl Oldu

Kayahan 3 Nisan 2015’te hayata gözlerini yummuştu…

Kayahan 3 Nisan 2015’te hayata gözlerini yummuştu…

Usta müzisyen Kayahan aramızdan ayrılalı bir yıl oldu.

Yolu sevgiden geçen herkesin hayatında önemli bir yere sahip olan usta müzik adamı Kayahan, aramızdan ayrılalı bir yıl oldu. Geride bıraktığımız sene 3 Nisan’da hayata gözlerini yuman usta müzisyen geride milyonlarca gözü yaşlı hayran ve dillere pelesenk olan şarkı bıraktı.

"KAYAHAN’I SEVİYORUM VE BU YÜZDEN SUSUYORUM" Kayahan’ın eşi İpek Açar’dan ust… KAYAHAN DOĞUM GÜNÜNDE ANILDI Kayahan’ın eşi İpek Açar ve yakı…

Yakalandığı yumuşak doku kanseri nedeniyle aramızdan ayrılan usta müzisyen uzun bir süre bu hastalıkla mücadele etmişti.

29 Mart 1949 İzmir doğumlu Türk pop müziği şarkıcısı, besteci ve söz yazarı Kayahan Açar, tedavi gördüğü hastanede geride bıraktığımız yıl 3 Nisan’da yaşamını yitirmişti.

DOĞUM GÜNÜ SAVAŞLARI! Kayahan’ın eşi İpek Açar ile kız… ÜNLÜLER KAYAHAN İÇİN SÖYLEDİ Geçtiğimiz yıl hayatını kaybeden…

1991 yılında çıkarttığı ‘’Yemin Ettim’’ albümüyle satış rekoru kıran Kayahan, 2 kere kanser tedavisi görerek sağlığına kavuşmuştu. 2013 yılında yumuşak doku kanserine yakalanan ve kemoterapi gören Kayahan, 23 Mart’ta hastaneye kaldırılmıştı. Sanatçı Kayahan en son 2015 yılında Beşiktaş Belediyesi’nin, 14 Şubat Sevgililer Günü nedeniyle düzenlediği konserde sahne almıştı.

SERT YANIT "Kayahan’ın yarın doğum günü. Bu… ‘BABAM MAL KAÇIRDI’ DAVASI Beste Haravon, merhum babası ust…