12. Sınıf MHG Dil ve Anlatım Ders Kitabı Cevapları Sayfa 51

Sevgili misafirlerimiz 12. Sınıf MHG yayınları Dil ve Anlatım ders kitabının bütün sayfalarının cevapları sayfamızda yer almaya devam ediyor. Dil bilimi ve edebiyat dilleri inceleyen bilim dalıdır bu incelemeyle ilgilenen kişiye dil bilimci denir. Birçok bilim dalının ihtiyaç duyduğu alanlardan biri olan Aradığınız kitabın ilgili sayfasının çözümleri aşağıda yer almaktadır. Eğer doğru sayfayı görmüyorsanız muhtemelen çözümü henüz yapılmamıştır.

Sizler için diğer tüm sayfaları hızlıca sayfamıza eklemek için yoğun çaba sarf ediyoruz. Eğer ilgili sayfanın cevaplarını göremiyorsanız bu sayfa muhtemelen çözülmemiştir. Bu durumda kısa bir süre sonra sitemizi yeniden ziyaret ediniz. Öğrencilerimize tavsiyemiz buradaki cevapları kitaplarına geçirmeden önce kendiniz yapıp burayı sadece kontrol amaçlı kullanmanızdır. Herkese okullarında başarılar diliyoruz.

Sayfanın Cevapları:

SAYFA 51

14.ETKİNLİK:
 Dülger  Balığının Ölümü adlı hikayede
1. Açıklamalar hikayenin ben merkezli hikaye oluşundandır.
2.Sait Faik, bütün hikâyelerinde, kendisini dülger balığı gibi, dış görünüşü ve sosyal durumu dolayısıyla hakir görülen insanlara, balıkçılara, işçilere ve zavallılara yakın bu­lur, onları sever ve onların içinde yaşar. Sait Faik’in balıklar arasında “en çirkini” olan dülger balığına karşı ilgi duyması aynı temayül ile açıklanabilir.
3. Sorunun cevabı:

DÜLGER BALIĞININ ÖLÜMÜ 
Konusu: Yazarın dülger balığı üzerinde hakkındaki  duygu, düşünce, yorum ve hikayeleridir…
TEMASI :ÖLÜM (uyarı:☝  mekan ,zaman ve diğer incelemesi aşağıda)

TAHLİLİ:

DÜLGER BALIĞININ ÖLÜMÜ
MEHMET KAPLAN
Türk edebiyatında Sait Faik Abasıyanık, hikâyelerinde, insanların dışında, başka varlıklara, bilhassa balıklara ve kuşlara karşı büyük bir ilgi göstermiştir. Bu, onun şiir duygusu ile ilgili olmakla beraber, kendisini onlara yakın bulması ile de alâkalıdır. Fuzulî’nin “Leyla ve Mecnun” mesnevisinde görüldüğü gibi, çevreleri ile uyuşamayan in­sanlar tabiata açılırlar. Dağlarla, taşlarla konuşur, hayvanlarla dost olurlar. Karşılık görmeyen sevgi ve yalnızlık, insanları Tanrı’ya veya tabiata iter. Sait Faik’in balıklara ve kuşlara gitmesinde de bu duygunun rolü vardır.

 

“Dülger balığının ölümü” hikâyesinde konu dülger balığıdır ama dikkat, ilgi, sevgi ve acıma duygularıyla ona yazarın kendisi de karışır. Buna göre denilebilir ki, hikâyenin kahramanlarından biri de Sait Faik’tir. Yazar, dülger balığına bakarken, adeta onda, kendisine benzer, çevresi tarafından anlaşılmayan, sevilmeyen, hakir görülen insanların sembolünü bulur.
Hikâyenin esasını, yazarın dülger balığı üzerindeki duygu, düşünce, yorum ve hayal­leri teşkil eder.
Dülger balığı, çirkinliği ile diğer balıklardan ayrılır. Diğer balıkların hepsi, dış görü­nüşleri bakımından güzel oldukları halde, dülger balığı, balıkların en çirkinidir.
Balıkçıların anlattıktan efsaneye göre o, eskiden müthiş bir canavarmış. “Keser, bi­çer, doğrar, mahmuzlar, takar, yırtar, koparır, atar, çeker, parçalarmış.”
Ondan bizar olan balıkçılar, İsa’ya şikâyet etmişler. İsa, en kocamanını sudan çıka­rarak eğilmiş, kulağına bir şeyler söylemiş; ondan sonra dülger balığı pek uslu, pek za­vallı bir yaratık haline gelmiş.
Yazar hikâyesinde dülger balığının dehşet verici, çirkin görünüşü ile huyunun yumu­şaklığı ve zavallılığı arasındaki tezadı kuvvetle belirtir. Bu hali ile o, toplumda dış görü­nüşleriyle çirkin, korku verici, fakat aslında iyi huylu, mazlum insanlara benzer.

Dülger balığını insanlara çirkin ve dehşet verici gösteren “birçok yerlerinde çiviye, kesere, eğriye, kerpetene, testereye, eğeye benzer çıkıntıları” olmasıdır. Dülger balığına bu özelliklerinden dolayı bu ad verilmiştir. Yazar, onu belki de hikâyesini yazdığı vakit (1954) Türk toplumunda değeri henüz anlaşılmamış olan köylü ve işçinin sembolü ola­rak düşünmüştür.

Hikâyenin başında yazar dış görünüşü güzel olan balıklarla, yüksek sosyete kadınları arasında münasebet kurar. “Nedir o elmaslar, yakutlar, akikler, zümrütler, şunlar, bunlar?”
Sait Faik, bütün hikâyelerinde, kendisini dülger balığı gibi, dış görünüşü ve sosyal durumu dolayısıyla hakir görülen insanlara, balıkçılara, işçilere ve zavallılara yakın bu­lur, onları sever ve onların içinde yaşar. Sait Faik’in balıklar arasında “en çirkini” olan dülger balığına karşı ilgi duyması aynı temayül ile açıklanabilir.
Eskiden azgın bir canavar olan dülger balığını İsa munis hale getirmiştir. Bu efsane sadece İsa’nın peygamberlik gücünü yükseltmez, aynı zamanda, kötülerin iyileştirilebileceği fikrini de telkin eder. İsa’nın dülger balığının kulağına ne fısıldadığı belirtilmemiş olmakla beraber, İsa’nın insanlık tarihinde taşıdığı mânâya göre, bu ancak sevgi ve merhamet olabilir.
Yazar, dülger balığına aynı duygularla yaklaşır. Sait Faik, dindar bir insan değildir, fakat sevgi ve merhamete inanır. Hikâyeleri bu iki duygu ile doludur.
Hikâyeci dülger balığının ölümüne karşı büyük bir ilgi duyar ve hayalen onu diriltme­ğe, hattâ insanlar arasında yaşatmağa çalışır. Fakat insanların kötü davranışları karşı­sında kötümserliğe kapılır. Dülger balığı, büyük bir gayretle yaşatılmağa çalışılsa bile, insanlar, anlayışsızlıklarıyla onu tekrar canavar haline getirirler.
Sait Faik bu hikâyesini hayatının son yıllarında, hastalandıktan sonra tedavi için git­tiği Fransa’da tesadüfen, öleceğini öğrendikten sonra yazmıştır. Yazar dülger balığının ölümünde âdeta kendi ölümünü görür gibi olur. Hikâyenin bu kısmında dikkati çeken, dülger balığının ölümünden çok, ölümün karanlık ışığı ile daha da parıltılı hale gelen yaşama sevincidir. Dülger balığı ölürken, yaşadığı hayatın saadetini daha derinden hisseder:
“Belki de hâlâ suda, derinliklerde bulunduğunu sanıyordu. Karnı tok, sırtı pektir. Akşam olmuştur. Deniz dibinin kumları gıdıklayıcıdır. Altta dişi yumurtaları, üstte er­kek tohumlan sallanıyor, sallanıyor, sallanıyordu, vücudunu bir şehvet ânı sarmıştır.”
Yazar, dülger balığının ölümünü seyrederken, onun yaşama sevinciyle beraber, kor­kusunu da kendi içinde hisseder: “İçimde dülger balığının yüreğini dolduran korkuyu duydum. Bu hepimizin bildiği bir korku idi: Ölüm korkusu.”
Bu cümle, Sait Faik’in kendisiyle dülger balığı arasında kurduğu münasebeti açıkça gösterir. Bizzat yaşadığı sevgi, acı, yalnızlık, yaşama sevinci, onu gökteki kuşlara, de­nizdeki balıklara âşinâ kılar.
Sait Faik, mistik olmamakla beraber, mistiklere has, bütün varlıklarla kendisini bir hissetme duygusuna sahiptir. O, bir hikâyesinde, bir sokak köpeği ile de böyle kaynaşır.
Ölüm, bu güzel dünyadan ayrılmak demektir:
“Artık her şeyi anlamıştı. Denizlerin dibi âlemi bitmişti. Ne akıntılara yassı vücudu­nu bırakmak, ne karanlık sulara, koyu yeşil yosunlara gömülmek… Ne sabahlan bir­denbire, yukarılardan derinlere inen, serin aydınlıkta uyanıvermek, günün mavi ile yeşil oyunları içinde kuyruk oynatmak, habbeler çıkarmak, yüze doğru fırlamak… Ne yo­sunlara, canlı yosunlara yatmak, ne akıntılarda âletlerini yakamozlara takarak yıkan­mak, yıkanmak vardı. Her şey bitmişti.”
İşte, bir hikâye ortasında ölümün ve hayatın şiiri. Burada Sait Faik âdeta ölen dülger balığının ta kendisi olmuştur. Ölüm duygusu ve ölüm düşüncesi, insanlarda yaşama se­vincini ve varlığın güzelliği şuurunu kuvvetli surette arttırır. Biz Sait Faik’in çağdaşları ve arkadaştan olan Cahit Sıtkı ve Orhan Veli’de de aynı karşıt duygulara rastlarız. Bu duyuş tarzı, estetiğin karşıtların dengesi prensibine de uyar ve bu yazarların eserlerinin içyapısını açıklar.
Sait Faik, diğer hikâyelerinde olduğu gibi bu hikâyesinde de çevreye geniş yer verir. Yaşamak çevreye uymak, çevre ile canlı münasebetler kurmak demektir. Dülger balığı kendi çevresinde mesuttur, çevresini değiştirdi miydi ölür.
Dülger balığının ölümüne razı olamayan yazar, onu başka bir çevrede yaşatma hayali kurar. Eğer onu kendi atmosferimizde yaşatabilseydik, bu büyük bir basan olurdu: “Elimize görünüşü dehşetli, korkunç, çirkin ama aslında küser huylu, pek sakin, pek korkak, pek hassas, iyi yürekli, tatlı ve korkak bakışlı bir yaratık geçirdiğimizden” böbürlenirdik. Fakat onu her gün didikleyerek canından bezdirirdik.
Bu tasvir tamamıyla Sait Faik’in şahsiyetine ve hayatında çevresiyle olan münasebeti­ne uyar. Sait Faik’i yakından tanıdım ve sevdim. Bir sabah-, tesadüfen Köprü altından eşimle beraber geçerken, onunla karşılaştık. Selâmlaştık. Sait Faik’i ilk defa gören eşim: “Kim bu serseri, eşkıya kılıklı adam!” dedi. “Sait Faik” dedim. Gözlerine inana­madı. “Ne, o güzel hikâyeleri yazan bu adam mı?” diye hayret etti.
Hikâye tahliline böyle şahsi bir hatırayı karıştırdığım için özür dilerim. Sanat ile şah­siyet arasında münasebet vardır. Sait Faik, hikâyelerinde yaşadıklarını ve kendisini an­latmıştır. Fakat bu düşünceye hemen şunu da ilave edeyim. Hayat, kendiliğinden güzel eser vücuda getirmez ve bizde, yaşanırken her zaman güzellik duygusu da uyandırmaz. Sait Faik’i büyük hikâyeci yapan yaşantısı değil, sanat gücüdür. O, yaşantılarını anla­tırken, hayatın güzelliğini ve mânâsını bulmuştur.
Dülger balığını tasvir ederken, ona dair hiçbir şeyi ihmal etmemek endişesi ile: “Vü­cudu biraz kirlice, esmer renkte demiş miydim? Yamyassıdır demiş miydim? Tam orta­lık yerinde, her iki yanda sağlı sollu iki başparmak izi diyebileceğimiz koyu lekeler vardır demiş miydim?” diye sorar. Sait Faik’te ressamlara has her şeyi gören ve doğru olarak tesbite çalışan bir göz ve her gördüğünü ona en uygun, en doğru kelime ile ifade etme çabası vardır. Bir gün bana, bir hikâyeciden bahsederken: “Bırak canım, öyle hikâyeci mi olur. Daha balıkların adım bilmiyor” demişti.
Sait Faik, hayatı, insanları ve kâinatı seven bir insandı. Fakat o aynı zamanda gör­mesini bilen ve gördüğünü anlatma gücüne sahip olan bir yazardı. İnce bir dikkati var­dı. “Bir gün bir kahvede ağaca asılı bir dülger balığı gördüm” demiyor, “Bir gün, balıkçı kahvesinin önündeki yansı kırmızı, yarısı beyaz çiçek açan akasyanın dalına asılmış bir dülger balığı gördüm” diyor. O sadece dülger balığını değil, dülger balığının asılı olduğu kahvenin bir balıkçı kahvesi olduğunu ve önündeki ağacın yansı kırmızı, yansı beyaz çiçek açan bir akasya ağacı olduğunu da görüyor ve biliyor. Hikâyede dül­ger balığının ölümü en ince titreşimlerine kadar tasvir edilmiştir. Sait Faik, hayata ba­kış ve anlatış tarzı bakımından “gerçekçi”dir. Fakat c, gerçeği sadece dış görünüşü bakımından anlatmaz, dülger balığında olduğu gibi, çirkin bir dış görünüşünün arka­sında iyi bir ruh, derin bir mânâ da bulur. Sait Faik, hayatın ve kâinatın sadece dışını değil, içini de görür. Onun gerçekçiliği sığ bir gerçekçilik değil, efsaneyi, şiiri, duyguyu, sevgiyi ve hayali de içine alan, çirkinlik ile güzelliği, iyilik ile kötülüğü bir arada gören, insanı ve kâinatı bütünüyle kucaklayan bir gerçekçiliktir. Sait Faik’in hikâyelerini ha­yat gibi zengin, karmaşık ve güzel yapan, bu sevgi dolu, derin, geniş, anlayışlı ve müsa­mahalı bakıştır.

Mehmet KAPLAN (Hikâye Tahlilleri, Dergâh Yayınlan, s.196, İst. 1984)

 
DÜLGER BALIĞININ ÖLÜMÜ:
AŞAĞIDAKİ İNCELEME: www.edebiyatfatihi.net
TEMA : Ölüm
Olay ve olay örügsünü meydana getiren parçalar arasındaki ilişki:

Bu hikayede bir olay ve ona bağlı olay örgüsü yoktur. Hayatın içinden bir kesit anlatılmaktadır.Yazar önce balıklar hakkında genel bilgiler vermiş ve daha sonra dülger balığının fiziki özelliklerini anlatmış.Balığın çok korkutucu olduğunu ve insanlara büyük zararlar verdiğinden bahsetmiş.Balığı Hz.İsa’nın kutsama olayını ve balığın ölüm anını anlatmış.

 
Zamanın özellikleri: Belirli zaman ifadeleri yoktur.”Bir gün , vaktiyle” gibi zaman ifadeleri kullanılmıştır.
Mekanın özellikleri:”Deniz kenarı , balıkçı kahvesi” gibi mekan isimleri yer almaktadır.Mekanlar tasvir edilmemiştir.
 
Olayın zaman mekan ilişkisi: Anlatılan durumla zaman ve mekan ilişkisi uyumludur. 
 
Anlatıcı özellikleri: Kahraman anlatıcının bakış açısı vardır. 1.tekil şahıs (ben) ağzından anlatılmıştır. “Dülger balığının ölümü” hikâyesinde konu dülger balığıdır ama dikkat, ilgi, sevgi ve acıma duygularıyla ona yazarın kendisi de karışır. Buna göre denilebilir ki, hikâyenin kahramanlarından biri de Sait Faik’tir.


4.Bunun nedeni Saik Faik’in sanat anlayışıdır. Sait Faik Abasıyanık, hikâyelerinde, insanların dışında, başka varlıklara, bilhassa balıklara ve kuşlara karşı büyük bir ilgi göstermiştir. Bu, onun şiir duygusu ile ilgili olmakla beraber, kendisini onlara yakın bulması ile de alâkalıdır.

15.ETKİNLİK


16.ETKİNLİK

TABLO CEVAPLARI:

DÜLGER BALIĞININ ÖLÜMÜ 
Konusu: Yazarın dülger balığı üzerinde hakkındaki  duygu, düşünce, yorum ve hikayeleridir…
TEMASI :ÖLÜM (uyarı:☝  mekan ,zaman ve diğer incelemesi aşağıda)

TAHLİLİ:

DÜLGER BALIĞININ ÖLÜMÜ
MEHMET KAPLAN
Türk edebiyatında Sait Faik Abasıyanık, hikâyelerinde, insanların dışında, başka varlıklara, bilhassa balıklara ve kuşlara karşı büyük bir ilgi göstermiştir. Bu, onun şiir duygusu ile ilgili olmakla beraber, kendisini onlara yakın bulması ile de alâkalıdır. Fuzulî’nin “Leyla ve Mecnun” mesnevisinde görüldüğü gibi, çevreleri ile uyuşamayan in­sanlar tabiata açılırlar. Dağlarla, taşlarla konuşur, hayvanlarla dost olurlar. Karşılık görmeyen sevgi ve yalnızlık, insanları Tanrı’ya veya tabiata iter. Sait Faik’in balıklara ve kuşlara gitmesinde de bu duygunun rolü vardır.

 

“Dülger balığının ölümü” hikâyesinde konu dülger balığıdır ama dikkat, ilgi, sevgi ve acıma duygularıyla ona yazarın kendisi de karışır. Buna göre denilebilir ki, hikâyenin kahramanlarından biri de Sait Faik’tir. Yazar, dülger balığına bakarken, adeta onda, kendisine benzer, çevresi tarafından anlaşılmayan, sevilmeyen, hakir görülen insanların sembolünü bulur.
Hikâyenin esasını, yazarın dülger balığı üzerindeki duygu, düşünce, yorum ve hayal­leri teşkil eder.
Dülger balığı, çirkinliği ile diğer balıklardan ayrılır. Diğer balıkların hepsi, dış görü­nüşleri bakımından güzel oldukları halde, dülger balığı, balıkların en çirkinidir.
Balıkçıların anlattıktan efsaneye göre o, eskiden müthiş bir canavarmış. “Keser, bi­çer, doğrar, mahmuzlar, takar, yırtar, koparır, atar, çeker, parçalarmış.”
Ondan bizar olan balıkçılar, İsa’ya şikâyet etmişler. İsa, en kocamanını sudan çıka­rarak eğilmiş, kulağına bir şeyler söylemiş; ondan sonra dülger balığı pek uslu, pek za­vallı bir yaratık haline gelmiş.
Yazar hikâyesinde dülger balığının dehşet verici, çirkin görünüşü ile huyunun yumu­şaklığı ve zavallılığı arasındaki tezadı kuvvetle belirtir. Bu hali ile o, toplumda dış görü­nüşleriyle çirkin, korku verici, fakat aslında iyi huylu, mazlum insanlara benzer.

Dülger balığını insanlara çirkin ve dehşet verici gösteren “birçok yerlerinde çiviye, kesere, eğriye, kerpetene, testereye, eğeye benzer çıkıntıları” olmasıdır. Dülger balığına bu özelliklerinden dolayı bu ad verilmiştir. Yazar, onu belki de hikâyesini yazdığı vakit (1954) Türk toplumunda değeri henüz anlaşılmamış olan köylü ve işçinin sembolü ola­rak düşünmüştür.

Hikâyenin başında yazar dış görünüşü güzel olan balıklarla, yüksek sosyete kadınları arasında münasebet kurar. “Nedir o elmaslar, yakutlar, akikler, zümrütler, şunlar, bunlar?”
Sait Faik, bütün hikâyelerinde, kendisini dülger balığı gibi, dış görünüşü ve sosyal durumu dolayısıyla hakir görülen insanlara, balıkçılara, işçilere ve zavallılara yakın bu­lur, onları sever ve onların içinde yaşar. Sait Faik’in balıklar arasında “en çirkini” olan dülger balığına karşı ilgi duyması aynı temayül ile açıklanabilir.
Eskiden azgın bir canavar olan dülger balığını İsa munis hale getirmiştir. Bu efsane sadece İsa’nın peygamberlik gücünü yükseltmez, aynı zamanda, kötülerin iyileştirilebileceği fikrini de telkin eder. İsa’nın dülger balığının kulağına ne fısıldadığı belirtilmemiş olmakla beraber, İsa’nın insanlık tarihinde taşıdığı mânâya göre, bu ancak sevgi ve merhamet olabilir.
Yazar, dülger balığına aynı duygularla yaklaşır. Sait Faik, dindar bir insan değildir, fakat sevgi ve merhamete inanır. Hikâyeleri bu iki duygu ile doludur.
Hikâyeci dülger balığının ölümüne karşı büyük bir ilgi duyar ve hayalen onu diriltme­ğe, hattâ insanlar arasında yaşatmağa çalışır. Fakat insanların kötü davranışları karşı­sında kötümserliğe kapılır. Dülger balığı, büyük bir gayretle yaşatılmağa çalışılsa bile, insanlar, anlayışsızlıklarıyla onu tekrar canavar haline getirirler.
Sait Faik bu hikâyesini hayatının son yıllarında, hastalandıktan sonra tedavi için git­tiği Fransa’da tesadüfen, öleceğini öğrendikten sonra yazmıştır. Yazar dülger balığının ölümünde âdeta kendi ölümünü görür gibi olur. Hikâyenin bu kısmında dikkati çeken, dülger balığının ölümünden çok, ölümün karanlık ışığı ile daha da parıltılı hale gelen yaşama sevincidir. Dülger balığı ölürken, yaşadığı hayatın saadetini daha derinden hisseder:
“Belki de hâlâ suda, derinliklerde bulunduğunu sanıyordu. Karnı tok, sırtı pektir. Akşam olmuştur. Deniz dibinin kumları gıdıklayıcıdır. Altta dişi yumurtaları, üstte er­kek tohumlan sallanıyor, sallanıyor, sallanıyordu, vücudunu bir şehvet ânı sarmıştır.”
Yazar, dülger balığının ölümünü seyrederken, onun yaşama sevinciyle beraber, kor­kusunu da kendi içinde hisseder: “İçimde dülger balığının yüreğini dolduran korkuyu duydum. Bu hepimizin bildiği bir korku idi: Ölüm korkusu.”
Bu cümle, Sait Faik’in kendisiyle dülger balığı arasında kurduğu münasebeti açıkça gösterir. Bizzat yaşadığı sevgi, acı, yalnızlık, yaşama sevinci, onu gökteki kuşlara, de­nizdeki balıklara âşinâ kılar.
Sait Faik, mistik olmamakla beraber, mistiklere has, bütün varlıklarla kendisini bir hissetme duygusuna sahiptir. O, bir hikâyesinde, bir sokak köpeği ile de böyle kaynaşır.
Ölüm, bu güzel dünyadan ayrılmak demektir:
“Artık her şeyi anlamıştı. Denizlerin dibi âlemi bitmişti. Ne akıntılara yassı vücudu­nu bırakmak, ne karanlık sulara, koyu yeşil yosunlara gömülmek… Ne sabahlan bir­denbire, yukarılardan derinlere inen, serin aydınlıkta uyanıvermek, günün mavi ile yeşil oyunları içinde kuyruk oynatmak, habbeler çıkarmak, yüze doğru fırlamak… Ne yo­sunlara, canlı yosunlara yatmak, ne akıntılarda âletlerini yakamozlara takarak yıkan­mak, yıkanmak vardı. Her şey bitmişti.”
İşte, bir hikâye ortasında ölümün ve hayatın şiiri. Burada Sait Faik âdeta ölen dülger balığının ta kendisi olmuştur. Ölüm duygusu ve ölüm düşüncesi, insanlarda yaşama se­vincini ve varlığın güzelliği şuurunu kuvvetli surette arttırır. Biz Sait Faik’in çağdaşları ve arkadaştan olan Cahit Sıtkı ve Orhan Veli’de de aynı karşıt duygulara rastlarız. Bu duyuş tarzı, estetiğin karşıtların dengesi prensibine de uyar ve bu yazarların eserlerinin içyapısını açıklar.
Sait Faik, diğer hikâyelerinde olduğu gibi bu hikâyesinde de çevreye geniş yer verir. Yaşamak çevreye uymak, çevre ile canlı münasebetler kurmak demektir. Dülger balığı kendi çevresinde mesuttur, çevresini değiştirdi miydi ölür.
Dülger balığının ölümüne razı olamayan yazar, onu başka bir çevrede yaşatma hayali kurar. Eğer onu kendi atmosferimizde yaşatabilseydik, bu büyük bir basan olurdu: “Elimize görünüşü dehşetli, korkunç, çirkin ama aslında küser huylu, pek sakin, pek korkak, pek hassas, iyi yürekli, tatlı ve korkak bakışlı bir yaratık geçirdiğimizden” böbürlenirdik. Fakat onu her gün didikleyerek canından bezdirirdik.
Bu tasvir tamamıyla Sait Faik’in şahsiyetine ve hayatında çevresiyle olan münasebeti­ne uyar. Sait Faik’i yakından tanıdım ve sevdim. Bir sabah-, tesadüfen Köprü altından eşimle beraber geçerken, onunla karşılaştık. Selâmlaştık. Sait Faik’i ilk defa gören eşim: “Kim bu serseri, eşkıya kılıklı adam!” dedi. “Sait Faik” dedim. Gözlerine inana­madı. “Ne, o güzel hikâyeleri yazan bu adam mı?” diye hayret etti.
Hikâye tahliline böyle şahsi bir hatırayı karıştırdığım için özür dilerim. Sanat ile şah­siyet arasında münasebet vardır. Sait Faik, hikâyelerinde yaşadıklarını ve kendisini an­latmıştır. Fakat bu düşünceye hemen şunu da ilave edeyim. Hayat, kendiliğinden güzel eser vücuda getirmez ve bizde, yaşanırken her zaman güzellik duygusu da uyandırmaz. Sait Faik’i büyük hikâyeci yapan yaşantısı değil, sanat gücüdür. O, yaşantılarını anla­tırken, hayatın güzelliğini ve mânâsını bulmuştur.
Dülger balığını tasvir ederken, ona dair hiçbir şeyi ihmal etmemek endişesi ile: “Vü­cudu biraz kirlice, esmer renkte demiş miydim? Yamyassıdır demiş miydim? Tam orta­lık yerinde, her iki yanda sağlı sollu iki başparmak izi diyebileceğimiz koyu lekeler vardır demiş miydim?” diye sorar. Sait Faik’te ressamlara has her şeyi gören ve doğru olarak tesbite çalışan bir göz ve her gördüğünü ona en uygun, en doğru kelime ile ifade etme çabası vardır. Bir gün bana, bir hikâyeciden bahsederken: “Bırak canım, öyle hikâyeci mi olur. Daha balıkların adım bilmiyor” demişti.
Sait Faik, hayatı, insanları ve kâinatı seven bir insandı. Fakat o aynı zamanda gör­mesini bilen ve gördüğünü anlatma gücüne sahip olan bir yazardı. İnce bir dikkati var­dı. “Bir gün bir kahvede ağaca asılı bir dülger balığı gördüm” demiyor, “Bir gün, balıkçı kahvesinin önündeki yansı kırmızı, yarısı beyaz çiçek açan akasyanın dalına asılmış bir dülger balığı gördüm” diyor. O sadece dülger balığını değil, dülger balığının asılı olduğu kahvenin bir balıkçı kahvesi olduğunu ve önündeki ağacın yansı kırmızı, yansı beyaz çiçek açan bir akasya ağacı olduğunu da görüyor ve biliyor. Hikâyede dül­ger balığının ölümü en ince titreşimlerine kadar tasvir edilmiştir. Sait Faik, hayata ba­kış ve anlatış tarzı bakımından “gerçekçi”dir. Fakat c, gerçeği sadece dış görünüşü bakımından anlatmaz, dülger balığında olduğu gibi, çirkin bir dış görünüşünün arka­sında iyi bir ruh, derin bir mânâ da bulur. Sait Faik, hayatın ve kâinatın sadece dışını değil, içini de görür. Onun gerçekçiliği sığ bir gerçekçilik değil, efsaneyi, şiiri, duyguyu, sevgiyi ve hayali de içine alan, çirkinlik ile güzelliği, iyilik ile kötülüğü bir arada gören, insanı ve kâinatı bütünüyle kucaklayan bir gerçekçiliktir. Sait Faik’in hikâyelerini ha­yat gibi zengin, karmaşık ve güzel yapan, bu sevgi dolu, derin, geniş, anlayışlı ve müsa­mahalı bakıştır.

Mehmet KAPLAN (Hikâye Tahlilleri, Dergâh Yayınlan, s.196, İst. 1984)

 
DÜLGER BALIĞININ ÖLÜMÜ:
AŞAĞIDAKİ İNCELEME: www.edebiyatfatihi.net
TEMA : Ölüm
Olay ve olay örügsünü meydana getiren parçalar arasındaki ilişki:

Bu hikayede bir olay ve ona bağlı olay örgüsü yoktur. Hayatın içinden bir kesit anlatılmaktadır.Yazar önce balıklar hakkında genel bilgiler vermiş ve daha sonra dülger balığının fiziki özelliklerini anlatmış.Balığın çok korkutucu olduğunu ve insanlara büyük zararlar verdiğinden bahsetmiş.Balığı Hz.İsa’nın kutsama olayını ve balığın ölüm anını anlatmış.

 
Zamanın özellikleri: Belirli zaman ifadeleri yoktur.”Bir gün , vaktiyle” gibi zaman ifadeleri kullanılmıştır.
Mekanın özellikleri:”Deniz kenarı , balıkçı kahvesi” gibi mekan isimleri yer almaktadır.Mekanlar tasvir edilmemiştir.
 
Olayın zaman mekan ilişkisi: Anlatılan durumla zaman ve mekan ilişkisi uyumludur. 
 
Anlatıcı özellikleri: Kahraman anlatıcının bakış açısı vardır. 1.tekil şahıs (ben) ağzından anlatılmıştır. “Dülger balığının ölümü” hikâyesinde konu dülger balığıdır ama dikkat, ilgi, sevgi ve acıma duygularıyla ona yazarın kendisi de karışır. Buna göre denilebilir ki, hikâyenin kahramanlarından biri de Sait Faik’tir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir