12. Sınıf MHG Dil ve Anlatım Ders Kitabı Cevapları Sayfa 41

Sevgili misafirlerimiz 12. Sınıf MHG yayınları Dil ve Anlatım ders kitabının bütün sayfalarının cevapları sayfamızda yer almaya devam ediyor. Dil bilimi ve edebiyat dilleri inceleyen bilim dalıdır bu incelemeyle ilgilenen kişiye dil bilimci denir. Birçok bilim dalının ihtiyaç duyduğu alanlardan biri olan Aradığınız kitabın ilgili sayfasının çözümleri aşağıda yer almaktadır. Eğer doğru sayfayı görmüyorsanız muhtemelen çözümü henüz yapılmamıştır.

Sizler için diğer tüm sayfaları hızlıca sayfamıza eklemek için yoğun çaba sarf ediyoruz. Eğer ilgili sayfanın cevaplarını göremiyorsanız bu sayfa muhtemelen çözülmemiştir. Bu durumda kısa bir süre sonra sitemizi yeniden ziyaret ediniz. Öğrencilerimize tavsiyemiz buradaki cevapları kitaplarına geçirmeden önce kendiniz yapıp burayı sadece kontrol amaçlı kullanmanızdır. Herkese okullarında başarılar diliyoruz.

Sayfanın Cevapları:

12.SINIF MHG YAYINLARI DİL VE ANLATIM KİTABI CEVAPLARI ,

SAYFA 41
ÖYKÜ (HİKAYE) 

ÖN HAZIRLIK

1. Sınıf dört gruba ayrılır. Birinci grup halk hikâyesi, ikinci grup Maupassant (Mapusant) tarzı (olay hikâyesi) bir hikâye (Refik Halit, Ömer Seyfettin, Sabahattin Ali gibi), üçüncü grup Çehov tarzı (durum hikâyesi) (Memduh Şevket Esendal’ın 1922’den sonra yazdığı hikâyeler gibi), dördüncü grup Sait Faik’in sanat hayatının son devresini karakterize eden hikâyelerden biri ile 1950 sonrası hikâyelerinden birini seçer. Seçilen hikâye 9. Sınıf Edebiyat Dersi Öğretim Programı’nda yer alan “Anlatmaya Bağlı Edebi Metinleri, İnceleme Yöntemi”ne göre incelenir. Gruplar hikâyelerini yapı, tema, dil, anlatım, gerçeklik ve gelenek bakımından karşılaştırır.

  •  HALK HİKAYESİ İNCELEMESİ :
  • KEREM İLE ASLI HİKAYESİ AYRINTILI İNCELEME 

    ÖZET:

    Kerem, Isfahan şahının oğludur. Şahın hazinedarlığını yapan Ermeni Keşiş’in kızı Aslı’yı sever. Şah, Keşiş’ten kızı oğluna ister. Keşiş, Müslüman’a kız vermek istemezse de, şahın dileğini açıkça reddedemediği için bir mühlet diler, mühlet sona ermeden karısını ve kızını alıp memleketten gizlice kaçar. Bunun üzerine Kerem de, Aslı’nın peşinden yollara düşer. Kuzeybatı İran’ın, Kafkasya’nın ve Doğu, Orta ve Güneydoğu Anadolu’nun bir çok şehir, dağ ve yaylalarını böylece dolaşır. Yanında sadık arkadaşı Sofu vardır. Elinde sazıyla, diyar diyar dolaşan bir âşık olmuştur. Her gittiği yerde
    rastladığı kimselere, dağlara, taşlara, ırmaklara, dağlardaki hayvanlara saz çalar, onlardan Aslı’nın izini sorar. Yıllarca süren bu gurbet ateşinde pişe pişe olgunlaşır, keramet sahibi bir “halk âşığı” olur. Tanrı onun her dileğini yerine getirir, önüne çıkan engeller kalkar, dağların karı, dumanı gider, ırmaklar geçit verir, beddua ettiği kimseler ya da nesneler harap olur. Yıllarca kovaladıktan sonra Kayseri’de onlara yetişir. İlkin kızdan yüz bulamaz. Kendi sevgisinin üçte birini olsun Aslı’ya vermesini Tanrı’dan diler; duası kabul olunur, Alsı da Kerem’e âşık olur. Bir gece gizlice kaçmak isterlerse de buluşamazlar. Keşiş’in ahbabı olan Kayseri Beyi’nin adamları Kerem ‘i tutarlar; Kerem “Hak aşığı” olduğunu ispat edince, Bey, Keşiş’e kızı Kerem’e vermesini emreder. Keşiş, Kayseri’den kaçar, Kerem yine peşlerine düşer. Nihayet, Halep’te onlara erişir. Halep Paşası’na kendini sevdirir. Paşa Keşiş’i zorlayarak, kızı Kerem’e vermeye razı eder. İki sevgilinin nikâhları kıyılır. Kızını Kerem’e yâr etmemeğe ahdetmiş olan Keşiş; Aslı’ya, son düğmesine kadar çözüldükten sonra tekrar kendiliğinden iliklenen sihirli bir gömlek giydirir. Kerem, Aslı’nın düğmelerini bir türlü çözemez, ateşli bir ah çeker, yanıp kül olur. Aslı dağılan külleri saçıyla toplarken bir kıvılcım da onu tutuşturur. Böylece, iki sevgilinin ancak külleri birbirine kavuşur.


    Kerem ile Aslı Hikayesinin Tahlili: 

    Halk hikâyeleri İslami dönemde oluşmuş edebi eserlerdir. Bu hikâyelerde Müslüman halkın sosyal hayatının, kültürel yapısının ve inanışlarının izlerini görmek mümkündür. “Kerem ile Aslı” hikâyesinde Kerem, Müslüman; âşık olduğu kişi keşişin kızıdır. Hikâye boyunca bu dini farklılıktan kaynaklanan çatışmayı görmekteyiz. Kerem’in Hak âşığı olması, keramet (olağanüstülük) göstermesi de hikâyedeki dini anlayışı yansıtır. Hikâyede geçen “şah”, “bey” gibi kavramlar dönemin siyasi yapısını yansıtır. Kerem’in elinde sazıyla diyar diyar gezip şiirler söylemesi ise dönemin sanat anlayışını yansıtır. Bilindiği gibi saz şairleri sazlarıyla gezer ve şiirler söylerler. Ayrıca bu dünyada kavuşamayan âşıkların diğer dünyada kavuşacaklarına dair halk inanışını da bu hikâyede görmekteyiz.

    Metin ve Yapı

    Anlatmaya bağlı metinler; olay örgüsü, kişi, mekân ve zaman öğelerinden oluşur.

    1. Olay Örgüsü: Hikâye boyunca canlı bir olay akışı göze çarpar. Keşişin kızını alıp uzaklaşması, Kerem’in onlara yetişmesi, Aslı’nın da Kerem’e âşık olması, kaçmak istemeleri, kaçamamaları, evlenmeleri, kavuşamamaları ve her ikisinin de ölmesi… gibi olaylar hikayedeki olay örgüsünü oluşturur. Hikâyede merak öğesi sürekli canlı tutulmuştur.

    METNİN OLAY ÖRGÜSÜ MADDELER HALİNDE

    • METNİN OLAY ÖRGÜSÜ
    • Koca Han ve eşinin çocukları olmaz. Koca Han’ın, Hıristiyan hazinedarı “Keşiş” ile karısı İriskin’in de çocukları olmaz.
    • Sultan, Keşiş karısına “benim bir oğlum, senin de bir kızın olursa, oğluma verir misin?” diye sorar. İriskin de kabul eder.
    • Sultanın nur topu gibi bir oğlu, İriskin’in de nar tanesi gibi bir kızı olur. Oğlana “Ahmet Mirza”; kıza İsa Gülü adını verirler.
    • Keşiş, sözünden cayar ve sultana kızın öldüğünü söyler.
    • Yıllar geçer, Mirza büyür, okula gider. Çok zeki olan Mirza ‘ya ders arkadaşı olarak Sofu isimli bir arkadaş verirler.
    • Mirza, ava çıktığı bir gün, bir bahçeye girer. Rüyasında âşık olduğu sözlüsünü görür.
    • Kerem onulmaz bir derde düşer. Babası, Aslı’yı vermesi için Keşiş’e baskı yapar.
    • Keşiş görünüşte razı olur ama düğün günü kızını ve karısını alıp ortadan kaybolur.
    • Kerem de ana babasından helallik alıp can dostu Sofu ile birlikte yollara düşer.
    • Kayseri’ye ulaşırlar.
    • Keşişin karısının dişçilik yaptığını öğrenirler. Kerem diş çektirme bahanesiyle Aslı’yı görmeye gider.
    • Hesna Bacı, Kerem ile Aslı’yı buluşturur.
    • Kayseri Bey’i ve adamları önce Kerem’i yakalarlar. Sonra babasını tanıdığı için Kerem’den özür diler. Keşiş’in gözünü korkutup Aslı’yı vermeye ikna eder.
    • Düğün yapılır.
    • Keşiş, Aslı’nın elbisesine büyü yapmıştır. Geceden sabaha kadar elbisenin düğmelerini çözdükçe düğmeler tekrar iliklenir.
    • Kerem ah çeker. Ağzından çıkan yeşil bir alevle yanıp kül olur. Saçları tutuşan Aslı da yanar ve külleri Kerem’in külüne karışır.
    • Sofu bu külleri Erciyes’in bir köşesine gömer.
    • Küller içindeki iki kıvılcım, ateşten bir çekirdek olup filiz verir, dal verir, ulu bir ağaç olup yedi kat göğe yükselir.
    1. Kişiler: Olaydaki temel kahramanlar Kerem ile Aslı’dır diyebiliriz. Olayın bütününde bu iki kişinin serüvenini görmekteyiz. Bunun yanında hikâyede ikinci derecede yer alan kahramanlar vardır: İsfahan Şahı, Keşiş, Sofu, Kayseri Bey’i, Halep Paşası. İkinci derecedeki kahramanlar olayın değişik aşamalarında hikâyeye dâhil olurlar.
    Kişiler Özellikleri edebiyat fatihi
    Kerem

    Aslı

    Aşkları  için her   şeyi göze alan yer yer olağanüstü özellikler gösteren tipler
    Hükümdar Kerem’in babası, adil, güçlü ve cömert
    Hanım Sultan Hükümdarın karısı
    Keşiş Aslı’nın babası
    Irıskin Aslı’nın annesi
    Sofu Kerem’in can dostu
    Kayseri Beyi

    Ak sakallı ihtiyar

     
    Kişiler Temsil ettikleri değer
    Kerem Aşık
    Aslı sevgili
    Hükümdar Güç sahibi
    Keşiş Zalim, kötü
    Iriskin Zalim,Kötü
    Sofu Vefalı dost

     


    ZAMAN VE MEKÂN
    ZAMAN
    “Râviyân-ı ahbâr ve nâkilân-ı âsâr şöyle hikâyet ederler ki: O iller bizim iller, orada söylenen diller bizim diller iken İran başka İran, devran başka devranmış…” cümlesi hikâyenin hangi zamanda anlatıldığını net bir şekilde göstermez. Bu sözle­r, “hikâyeleri anlatan ve bu hikâyeleri başkalarına nakleden” anlamına gelen bir kalıp ifadedir. Zaman belirten diğer ifadeler şunlardır: ” Şehirlerden Isfahan şehrinde Koca Han derler bir han varmış.”, “Aradan dokuz ay, dokuz gün, dokuz saat geçti.”, “Akşamın bir vaktinde Pasinler’e girdiler.”, “Gel za­man git zaman küller içindeki iki kıvılcım, ateşten bir çekirdek olup filiz vermiş, dal vermiş…”

    MEKANKerem ile Aslı hikâyesindeki mekânlar şunlardır: Bahçe, Lâleli Dağı, Zindan, Okul, Konak, Erciyes, Isfahan, Revan, Pasinler, Kars, Âşıklar kahvesi, Erzurum, Han, Sivas, Hasankale, Kayseri, Çalılık. Bu mekânların bazıları olayların geçtiği yerler olarak, bazıları ise sadece yer adı olarak geçmektedir. Kerem ve Aslı metnindeki mekânlar, hikâyedeki olayların mekânla birlikte değişebildiğini göstermektedir. Eğer hikâyenin mekân özellikleri değiştirilirse olay örgüsü de değişir. Örneğin Kerem, Erzincan’a değil de İstanbul’a gelseydi, hikâyedeki olaylar ve kişiler tamamen değişirdi. “Atlarını bir otele çekip kendileri de bir kafeteryaya girdiler. ” şeklinde mekân değişikliği yapılırsa olay örgüsü bozulur.

    ÇATIŞMA VE TEMA

    ÇATIŞMA VE TEMA

    Metindeki temel çatışma, “iyi-kötü, kavuşma-ayrılık ” arasındadır. Metnin teması “âşk”tır. Bu tema, yani aşk ve âşıkların kavuşamamaları, Türk edebiyatı geleneğinde çok fazla işlenmiştir. Tema, metindeki temel çatışmanın en kısa ifadesidir.

    Metinde üzerinde durulan tema “aşk”tır. Bu aşk öyle yücedir ki âşık kavuşma arzusuyla bütün engelleri aşmaya çalışır. Metinde Halk edebiyatına ait bir aşk anlayışı dile getirilmiştir. Aşk, kahramanı olgunlaştırmış, onu Hak aşığı ve şair yapmıştır. Şair aşkı uğruna sürekli dolaşıp durmuştur.

    TEMEL İLTESİ:Metnin temel iletisi “Aşk insana her şeye göğüs germe ve her zorluğa katlanma gücü veren en yüce edebiyat fatihi duygulardan biridir.” Metindeki olay örgüsü ve kişiler iletinin somutlaştırılmasında ve metnin yapısının bütünlük kazanıp şekillenmesindeki temel unsurlardır.

    Dil ve Anlatım
    Hikâyede halkın anlayabileceği bir dil kullanılmıştır. Halk hikâyelerinde kalıplaşmış olan sözlere yer verilmiştir: Sazı aldı eline, bakalım ne dedi, aldı Kerem, deyip kesti, yola revan oldu gibi. Hikayedeki bazı Türkçe sözcükler bugün kullanılmaz olmuştur: Eyitti (söyledi), andan (ondan), yad (yabancı)… gibi. Yine hikâyede bazı fiiller bugünkünden farklı kullanılmıştır. Varam (varayım), soram (sorayım), halim ne ola (halim ne olacak)… gibi. Yine “yurdun” kelimesi bugünkü Türkçede “yurdunu” şeklinde söylenmektedir. Hikâyede Türkçe kökenli olmayan az sayıda sözcüğe de yer verilmiştir: çeşm, ser… gibi

    Metin ve Gelenek
    Metin halk hikâyeciliği geleneği içerisinde oluşturulmuştur. Halk hikâyelerinde “aşk” önemli konulardan biridir. Kendilerine “âşık” denen saz şairleri birçok yeri gezerek bu hikayeleri anlatırlardı. Anlatım sırasında olaylar düzyazıyla aktarılır, duygular şiir şeklinde ifade edilirdi. Bu anlatımlar saz eşliğinde gerçekleştirilirdi.

    Anlam ve Yorum
    Metinde aşk ve aşkın yüceliği, aşk uğruna her türlü zorluğa katlanılması gerektiği dile getirilmiştir. Aşka hemen her toplumda bir yücelik verilmiştir. Aşk o kadar yüceltilmiştir ki aşk hikâyelerine olağanüstülükler karıştırılmıştır. Bu aşk hikâyeleri dilden dile aktarılmış, insanlar acı çeken âşıkların acılarını kendi yüreklerinde hissetmiştir. Halkın hayal gücü, kavuşamayan âşıkları diğer dünyada kavuşturmuş, onların kavuşamamalarını bir türlü kabullenememiştir. Aşk, sevgi gibi kavramlar toplumların kenetlenmesinde, insanların birbirlerine merhametle yaklaşmasında oldukça önemlidir. Bu sebeple de insanlar hikâyelerinde, şiirlerinde ve diğer sanat ürünlerinde bu kavramları canlı tutmaya çalışmıştır.

    Metin ve Yazar
    Kerem ile Aslı hikâyesi diğer halk hikâyeleri gibi anonimdir. İlk söyleyeni bilinmemektedir. Halkın ortak hislerini yansıtır. Bunu da gerek halktan insanlar gerekse şairler kuşaktan kuşağa aktarmışlar, bunlar daha sonra yazıya geçirilmiştir.

  •  
  • MAUPASSANT (OLAY) TARZI HİKAYE İNCELEMELERİ:
  • ?ÖMER SEYFETTİN’İN ACIKLI SONU…SAHİPSİZ VE YAPAYALNIZ VEFAT ETMİŞTİ…
    1. Acaba Ne idi?
    2. Acıklı Bir Hikaye
    3. Aleko
    4. Ant
    5. Antiseptik
    6. Aşk Dalgası
    7. Aşk ve Ayak Parmakları
    8. Apandisit
    9. At  (İLK ÖYKÜSÜDÜR-1908)
    10. Ay Sonunda
    11. Baharın Tesiri
    12. Bahar ve Kelebekler
    13. Balkon
    14. Başını Vermeyen Şehit
    15. Bekarlık Sultanlıktır
    16. Beyaz Lale
    17. Birdenbire
    18. Binecek Şey
    19. Bir Hatıra
    20. Bir Hayır
    21. Bir Kayışın Tesiri
    22. Bir Temiz Havlu Uğruna
    23. Bir Vasiyetname
    24. Bit
    25. Bomba
    26. Büyücü
    27. Cesaret
    28. Çanakkale’den Sonra
    29. Çakmak
    30. Çirkinliğin Esrarı
    31. Dama Taşları
    32. Devletin Menfaait Uğruna
    33. Diyet
    34. Dünyanın Düzeni
    35. Düşünme Zamanı
    36. Eleğimsağma
    37. Elma
    38. Falaka
    39. Ferman
    40. Fon Sadriştayn’ın Karısı
    41. Fon Sadriştayn’ın Oğlu
    42. Forsa
    43. Gizli Mâbed
    44. Gürültü
    45. Harem 
    46. Havyar
    47. Hafiften Bir Seda
    48. Herkesin İçtiği Su
    49. Horoz
    50. Hürriyet Bayrakları
    51. İffet
    52. İki Mebus
    53. İlk Cinayet
    54. İlk Düşen Ak
    55. İlk Namaz
    56. İnsanlık ve Köpek
    57. İrtica Haberi
    58. Kaç Yerinde
    59. Kaşağı
    60. Kerâmet
    61. Kesik Bıyık
    62. Kıskançlık
    63. Kızıl Elma Neresi?
    64. Koleksiyon
    65. Korkunç Bir Ceza
    66. Kumrular
    67. Kurbağa Duası
    68. Kurumuş Ağaçlar
    69. Külah
    70. Kütük
    71. Lokanta Esrarı
    72. Makul Bir Dönüş
    73. Mahcupluk İmtihanı
    74. Mehdi
    75. Mehmaemken
    76. Memlekete Mektup
    77. Mermer Tezgah
    78. Miras
    79. Muayene
    80. Muhteri
    81. Müjde
    82. Nakarat
    83. Namus
    84. Nasıl Kurtarmış?
    85. Nâdan
    86. Nezle
    87. Niçin Zengin Olmamış?
    88. Nişanlılar
    89. Nokta
    90. Öpücüğün İlkel Biçimi
    91. Pamuk İpliği
    92. Pembe İncili Kaftan
    93. Perili Köşk
    94. Piç
    95. Pireler
    96. Primo Türk Çocuğu
    97. Ruzname
    98. Rüşvet
    99. Rütbe
    100. Şefkate İman
    101. Tarih Ezeli Bir Tekerrürdür
    102. Tavuklar
    103. TENEZZÜH
    104. Teke Tek
    105. Terakki
    106. Teselli
    107. Topuz
    108. Tos
    109. Tuhaf Bir Zulüm
    110. Tuğra
    111. Türbe
    112. Türkçe Reçete
    113. Uzun Ömer
    114. Üç Nasihat
    115. Velinimet
    116. Vire
    117. Yalnız Efe
    118. Yeni Bir Hediye
    119. Yemin
    120. Yuf Borusu Seni Bekliyor
    121. Yüksek Ökçeler
    122. Yüzakı
    123. Zeytin Ekmek 

    ÖRNEK İNCELEME:
    “BAŞINI VERMEYEN ŞEHİT” ÖYKÜSÜNÜN İNCELEMESİ
    KONUSU:Osmanlı Devleti zamanında savaşta başı gövdesinden ayrılarak şehit düşen derviş  “Deli Mehmet”in sonradan dilden dile dolaşan destansı hikayesi…

    ÖZET:

    Ömer Seyfettin’in tarihi bir hikayesi olan Başını Vermeyen Şehit’te yüz on kişilik Osmanlı mücahit gücünün savunduğu Grijgal Kalesi (1555 yıllarında) bini aşkın düşmanın saldırısına uğramıştır.Bu savaşta Deli Mehmet isimli bir derviş şehit düşmüş ve başı düşman tarafından bedeninden ayrılmıştır.Bunu gören yakın arkadaşı Deli Hüsrev “Canını verdin,başını verme!” diye bağırınca kesik başlı beden yerinden fırlamış ve kendi kellesini götüren atlı şövalyenin arkasından gidip başını almıştır.İşte bu olağanüstü olay buna şahit olan Grijgal kadısı Kuru Mehmet tarafından destansı bir hikayeyle anlatılmıştır. Yaşanmış gerçeği anlatan bu destanın yüz beyit kadarı da Peçevî Tarihi’nde yer almıştır. Usta hikâyeci Ömer Seyfettin ise (ö.1920) bu tarihî hadiseyi Peçevî’den alarak “Başını Vermeyen Şehit” adıyla on beş sayfalık güzel bir hikâye şekline çevirmiştir.

    KİŞİLER VE ÖZELLİKLERİ:

    Kuru Kadı: Öykünün başkahramanıdır.İncecik boyunlu,,çıkık alınlı,iri kafalı,esmer zayıf yüzlü,gayet titiz,gayet sert ve sinirli biridir.

    Deli Mehmet ve Deli Hüsrev: Öykünün diğer önemli iki kişisidirler.Deli Mehmet alabıyık,geniş beyaz çehreli,gök gözlüdür. Öyküde bu iki kişi şöyle betimlenir:Bunların ikisine de deli derlerdi. Deli Mehmet, Deli Hüsrev…

    Serhat muharebesinde hayale sığmayacak yararlılıklarıyla masal kahramanı gibi

    inanılmaz bir şöhret kazanan bu iki deli hiçbir nizama, hiçbir zapt u rapta girmeyen

    dünya şerefinde gözleri olmayan Anadolu dervişlerindendi. Her zaferden sonra

    kumandanları onlara rütbe hil’at, murassa kılıç gibi şeyler vermeye kalkınca,

    gülerler; “istemeyiz! Fani vücuda kefen gerektir. Hil’at nadanları

    sevindirir…”derler, Hak uğrundaki gayretine ücret, mükâfat, sabaş kabul

    etmezlerdi. Harp onların bayramıydı. Tüfekler, oklar atılmağa… toplar gürlemeğe…

    kılıçlar, kalkanlar şakırdamaya başladı mı hemen coşarlar, kendilerinden geçerler… naralar savurarak düşman saflarına saldırırlar…alevi gözlerle takip edilmeyen canlı

    bir yıldırım olup tutuşurlardı.”

    Öykünün diğer kişileri:

    Toygun Paşa,

    Ahmet Bey: Palankanın (küçük kale) kumandanı

    Çavuş,

    ihtiyar topçu

    Zigetvar kumandanı Karaçin

    Düşman askerleri (şövalyeler)

    Mekan: Grijgal palankası (küçük kale),Zigetvar Kalesi

    Mekanların sembolik değerleri :

    Bu bölüme Veysel Şahin’in  “ÖMER SEYFETTİN’İN “BAŞINI VERMEYEN ŞEHİT” ADLI

    ÖYKÜSÜNDE KENDİLİK BİLİNCİ “ adlı makalesinden ulaşabilirsiniz…

    ZAMAN:Öyküde “Bir  Kurban Bayramı arefeden bir önceki, arefe sabahı,on iki sene sonra” gibi zaman ifadeleri geçmektedir.

    Metnin Anlatıcısı: İlahi bakış açılı hakim anlatıcı

    Bakış Açısı: İlahi bakış açısı

    YAZAR HAKKINDA:

  • SONUÇ VE DEĞERLENDİRME:
    Sonuç olarak, Ömer Seyfettin, “Başını Vermeyen Şehit” adlı öyküsünde Türk
    milletinin kendi olma bilincini ve varoluşsal mücadelesini ortaya koymuştur. Sade
    bir dil ile Türk milletinin millî şuurunu tekrardan harekete geçiren yazar, kendi
    kimliğini de Türk edebiyatının içinde sabitleştirmeyi başarmıştır.
    Yaşam bütün gücüyle insana var olmayı emreder. Bir milletin var olması ise
    kendi değerlerine bağlı kalmaktan geçer. Ömer Seyfettin, “Başını Vermeyen Şehit”
    adlı öyküsünde Türk milletinin değerler bütününü tekrardan dirilterek, bizim
    gelecekte takip etmemiz gereken yolu çizer ve Türk milletinin bu yolculuğunu
    kavram, semboller ve kişiler düzleminde etkili bir şekilde ortaya koyar.
  •  
  • ÇEHOV TARZI HİKAYE İNCELEMESİ:
  • HİŞT, HİŞT!..
    Yürüyordum. Yürüdükçe de açılıyordum. Evden kızgın çıkmıştım. Belki de tıraş bıçağına sinirlenmiştim. Olur, olur! Mutlak tıraş bıçağına sinirlenmiş olacağım.Otların yeşil olması, denizin mavi olması, gökyüzünün bulutsuz olması, pekâlâ bir meseledir. Kim demiş mesele değildir, diye? Budalalık! Ya yağmur yağsaydı? Ya otların yeşili mor, ya denizin mavisi kırmızı olsaydı? Olsaydı o zaman mesele olurdu, işte.Çikolata renginde bir yaprak, çağla bademi renkli bir keçi gördüm. Birisi arkamdan:
    -Hişt, dedi.
    Dönüp baktım. Yolun kenarındaki daha boyunu posunu almamış taze devedikenleriyle karabaşlar erik lezzetinde bana baktılar. Dişlerim kamaştı. Yolda kimsecikler yoktu. Bir evin damını, uzakta uçan bir iki kuşu, yaprakların arasından denizi gördüm. Yoluma devam ederken:
    -Hişt hişt, dedi.
    Dönüp bakmak istedim. Belki de çok istediğim için dönüp bakamadım. Olabilir. Gökten bir kuş hişt hişt ederek geçmiştir. Arkamdan yılan, tosbağa, bir kirpi geçmiştir. Bir böcek vardır belki hişt hişt diyen.
    Hişt! dedi yine.
    Bu sefer belki de isteksizlikten dönüp baktım çalıların arasına birisi saklanıyormuş gibi geldi bana.Yolun kenarına oturdum. Az ötemde bir eşek otluyor. Onun da rengi çağla bademi, ağzı, dişleri, kulakları boynu ne güzel. Otluyor. Otları adeta çatırdata çatırdata yiyor. Belki de bu çıtırtılı, çatırtılı sesi hişt hişt diye duymuşumdur. Eşeğin ot koparışının sesinden apayrı bir ses:
    – Hişt hişt hişt, dedi.
    Hani bazı kulağımızın dibinde çok tanıdığımız bir ses isminizi çağırıverir. Olur değil mi? Pek enderdir. Belki de kendi kafanızın içinden sizin sevdiğiniz, hatırladığınız bir ses, ses olmadan sizi çağırmıştır. Olabilir.
    Birdenbire güneşi, buluta benzemez garip ve sarı bir sis kapladı. Bir kirli el, çağla bademi eşeğin sırtından bir kumaş çekip aldı. Her zamanki kül rengi, yer yer havı dökülmüş eski mantosunu giydirdi eşeğe.
    Yola indim. İstediği kadar hişt desin. İsterse sahici sulu bir dost olsun. İsterse kimseler olmasın, kendi kendime kulağıma hişt hişt diyen bir divane olayım, ben, aldırmayacağım.
    Belki bir kuştur. Belki tosbağadır. Belki bir kirpidir. Belki de yakın denizden seslenen bir balık, bir canavardır. Karabataktır. Mihalaki kuşudur.
    İyisi mi ben kendim hişt hişt derim. O zaman tamamı tamamına pek hişt hişt seslenişine benzemeyen, benzemesin diye uğraştığım bir mırıldanmadır, tutturdum.
    Birdenbire, önümde bir adamla bir kadın gördüm. Kalpazankaya yolunu sordular. Üstündesiniz dedim. Sanki yol hareket etti. Yürümediler. İki adımda benden uzaklaştılar. Koyunların arasına yüzükoyun uzanmış papazın oğlunu gördüm. Yüzünden aptal, çilli horoza benzer bir mahlûk kalktı. Ağzının salyasını sildi. Kuzuyu bacaklarından tuttu. Kuzu ile yere yıkıldı. Kuzuyu burnundan öptü. Papazın oğlu çirkin, aptal bir yüzle baktı. Şimdi bir çiçek tarlasında idim. Bana hişt hişt diyen mutlak bir kuştu. Vardır böyle kuşlar. Cık cık demezler de hişt hişt derler. Kuştu kuş.
    Bir adam yer belliyordu. Belin demirine basıyor, kırmızıya çalan bir toprak altını, üste aktarıyordu.
    – Merhaba hemşerim, dedi.
    – Ooo! Merhaba! Dedim.
    Tekrar işine daldı. Hişt hişt, dedim. Aldırmadı. Bir daha hişt, dedim. Yine aldırmadı. Hızlı hızlı hişt hişt hişt!
    -Buyur beğim, dedi.
    -Bir şey söylemedim, dedim.
    Küçük parmağını kulağına soktu. Kaşıdı. Çıkarıp parmağına baktı. Belin sapına siler gibi yaptı.
    – Hişt hişt, dedim.
    Yüzünü göğe kaldırdı. Kuşlara baktı. Denize baktı. Dönüp şüphe ile bana baktı.
    – Bu sene enginarlar nasıl? Dedim.
    – İyi değil, dedi.
    – Baklayı ne zaman keseceksin?
    – Daha ister, dedi.
    Nefes alır gibi hişt dedim.
    Yine şüphe ile denize, şüphe ile göğe, şüphe ile bana baktı.
    – Kuşlar olmalı, dedim.
    – Benim de kulağıma bir hışırtı gelir amma, dedi, ne taraftan gelir? Zati bu sırada şu kulağım ağırlaştı.
    – Bir yıkatmalı, dedim, benim de geçenlerde ağırlaşmıştı…
    – Yıkattın mı?
    – Yıkatmadım, hacet kalmadı, doktora gittim. Alıverdi; pislikmiş.
    – Çocuklar nasıl? diye sordum.
    – İyiler, dedi. Dokuzdu sekiz kaldı. Biliyorsun dokuzuncusunun macerasını ya…
    – Sus, sus, dedim. Yürekler acısı. Haydi allahaısmarladık!
    – Haydi güle güle.
    Biraz uzaklaşınca:
    – Hişt hişt.
    Bu sefer yakaladım. Bahçıvandı. Oydu oydu.
    – Hadi hadi yakaladım bu sefer seni, dedim.
    – Yok vallahi, dedi, vallahi daha kesmedim bakla, senden ne diye saklayayım, parasıyla değil mi?
    – Sen değil misin hişt hişt diyen?
    – Ben de duyarım bir ses, amma bulamam nereden gelir?
    Nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin! Bir hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları.
    Hişt hişt!
    Hişt hişt!
    Hişt hişt!                    
     
    Sait Faik ABASIYANIK
    HİKÂYE İNCELEMESİ
    Hikâyenin Yazarı:  Sait Faik ABASIYANIK
    Konu: Gündelik alışkanlıklarımız ile gerçeğin kendisi arasına bir perde gibi giren durumlardan bahsetmektedir.
    TEMA: Yaşama sevinci.
    Mekân:  Bir yol.
    Kişiler: Bir adam ile bir kadın, papazın oğlu, tarlada çalışan bir adam, bahçıvan.
    Zaman: Zaman tam belli değil ancak gün içinden bir kesit ele alınmaktadır.
    Üslûp: Sade bir dil kullanmıştır. Ayrıca olay olmamasına rağmen okuyucuyu sürüklemiştir.
    ÖYKÜ YORUMU:
    Öyküyü okuduğumuz zaman bizi gerilim içinde tutan bir olayla karşılaşmıyoruz.  Tersine öyküyü anlatan kişinin yani öykü kişisinin bir şeye kızmış, sinirlenmiş olduğunu görüyoruz. Kızdığı, sinirlendiği şey de belli değil. Belki de tıraş bıçağı. Neye kızdığı, sinirlendiği önemli değil, önemli olan içinde bulunduğu ruhsal durumun bu kişinin dış dünyayı algılayışını etkilemesi.
    Önce çevresindeki varlıkların doğal durumunu düşünüyor. Otların yeşil, denizin mavi, gökyüzünün bulutsuz olması gibi.  Bunların da bu görünümleriyle kişiye bir sorun yaratacağını geçiriyor içinden. Buradan şunu anlıyoruz ki gündelik yaşamın her günkü düzenini, olağan görüntülerini değiştirmek isteyen bir tutum içinde. Ama bu tutumunu da saçma buluyor.
    Gündelik gerçeklerin, alışılmışın dışına çıkma tutumu öykü kişisinin algılama biçimini değiştiriyor. Yaprak çikolata, keçi de çağla bademi rengine bürünüyor. Bu algılama değişimi içindeyken öykü kişisiyle birlikte “ hişt ” sesini duyuyoruz. Onunla birlikte biz de duyuların etkisiyle değişik bir ortama giriyoruz. Nesneler, varlıklar duyularımızı harekete geçiren bir etkileme gücü kazanıyor.
    Öykü, anlatıcısının gerçek nesneler evresinden düşler evrenine; düşler evresinden gerçek nesneler evrenine geçiş süreci içinde gelişip sürüyor. Öykünün yörüngesini de kimden, nereden geldiğini bilemediğimiz “ hişt “ sesi oluşturuyor. Biz de öykü kişisiyle birlikte bu sesin etki alanı içine giriyoruz. Öykünün akışı bu sesin gelişine göre düzenlenmiş. Öykü de “ Güneşi buluta benzer bir sis kaplayınca “ dediğinde her şey gerçek görünümü kazanıyor. Günlük yaşam gerçeklerine dönüyoruz öykü kişisiyle.
    Hişt sesi öykü kişisiyle birlikte bizim de gerçekle gerçekdışı arasında gidip gelmemize yol açıyor öykü boyunca. Sesin nereden geldiği bilinmiyor. Değişik varlıklara yönelik olasılıklar düşünüyoruz. Ama hiçbirine bağlayamıyoruz bu sesi. Öyküyü ilgiyle okumamızı sağlayan, düş gücümüzü kullanmaya bizi zorlayan da bu sorular oluyor bir bakıma. Sesin kaynağını öğrenemiyoruz. Öykünün bitiminde bu kaynağı öğrenmenin o kadar da önemli olmadığını anlıyoruz. Tek tek varlıklardan değil, doğadan, yaşamın içinden gelen bir ses bu. Bize, okuyucuya sesleniyor. Yaşama sevinci olarak içimize doğduğunu duyuyoruz.
    Diyebiliriz ki; Sait Faik bu öyküsünde belirli, somut, başlangıcı, sonucu bulunan bir olay anlatmıyor. Doğadan gelen ve varlığını sezmemizi isteyen bir sesin, yaşama sevinci diye adlandırdığımız “ hişt “ sesinin ayrımına varmamızı istiyor. Açık açık söylemiyor bunu. Boşluklar bırakıyor. Biz bu boşlukları düş gücümüzle tamamlıyoruz.
  •  
  • SAİT FAİK HİKAYELERİ:

SAİT FAİK KARANFİLLER VE DOMATES SUYU öykü özeti , konusu , ana fikri , olay örgüsü , yer ve zaman özellikleri…

KONUSU: Bir gözü biraz sola kaydığı için köylülerin Kör Mustafa dedikleri bir adamın kayalık, bakımsız bir toprağı bir yıl boyunca kazmayla, kürekle, onların yetmediği yerde tırnaklarıyla kazıp temizleyişi, emeğin hırçın tabiata galebe çalışı, alın terinin ve azmin kutsallığını anlatır.

ANA TEMASI : Azim , gayret ve mücadele…

ÖZETİ:



KİŞİLER VE ÖZELLİKLERİ: www.edebiyatfatihi.net 


ANA FİKRİ: İNSAN AZMİ VE UMUDU SAYESİNDE EN ZOR GİBİ GÖRÜNEN İŞLERİ BAŞARABİLİR , HER ZORLUĞA GÖĞÜS GEREBİLİR.

YARDIMCI DÜŞÜNCELERİ  :

  •  Bakarsan bağ , bakmazsan dağ olur
  • Azmin elinden hiçbir şey kurtulmaz.
  • Emek kutsaldır.


HİKAYE HAKKINDA KİŞİSEL YORUMLAR VE DEĞERLENDİRMELER:
Ortaokul Türkçe kitabında ilk kez okuduğum bu hikayeyi aradan uzun yıllar geçse de hiç unutmadım… O zamandan beri ne zaman azim ve gayretle ilgili bir şey duysam hemen bu hikaye gelir aklıma…Sait Faik’in Kör Mustafa’nın o amansız tabiatla korkunç mücadelesini insan-doğa ilişkisini içinde çok gerçekçi ve samimi bir üslupla  anlattığı anlatan enfes bir hikayesidir Karanfiller ve Domates Suyu .. “Şimdi insanları, kitapların öğrettiği şekilde sevmiyorum. Şimdi artık kimi sevdiğimi, kime saygı duyduğumu biliyorum.” der büyük üstad…Yazar emeğin insan hayatındaki değerini, azmin ve mücadelenin elinden hiçbir şeyin kurtulamayacağını Kör Mustafa’nın şahsında vurgulamaya çalışmıştır. Bir başka okuyucu ise şunları söylemektedir hikaye hakkında : “Hikaye kişileri olarak düşük gelirli insanları seçen yazar, bu hikayede de Kör Mustafa gibi yoksul ve azimli birinin yaşamını serer gözler önüne. Mustafa sıradan bir insandır, ekmeğini taştan çıkarır. Ama hayata karşı umutsuz değildir. Yazar hikayelerinde, insanın doğumundan ölümüne kadar özünde var olan umudu ve bu umutla yaşamayı dile getirmiştir.Mustafa’nın fiziksel ve ruhsal portresi birlikte verilmiştir. Duygularının analizinde alışık olmadığımız deyişlerden yararlanılması (esir-aslan örneği) hikayeyi daha çekici hale getirmektedir.Sait Faik, bu eserinde olduğu gibi, hikayelerinde serim-düğüm-çözüm bölümlerine önem vermeden, bir insanın hayalleri, düşünceleri ve duygularına dayalı bir anlatım yolu seçer. ”

2. Kitabınızın 168. sayfasındaki “Aşkın İki Yüzü Tek Hâli” adlı metni okuyunuz. Bu metinden yola çıkarak “Âşık Garip” adlı halk hikâyesinin özelliklerini belirleyiniz. 

3. Bir hikâye eleştirisi bulup okuyunuz. Bu eleştiride nelere dikkat edildiğini kavramaya çalışınız.

HİKAYE İNCELEMESİ:

SAİT FAİK KARANFİLLER VE DOMATES SUYU öykü özeti , konusu , ana fikri , olay örgüsü , yer ve zaman özellikleri…

KONUSU: Bir gözü biraz sola kaydığı için köylülerin Kör Mustafa dedikleri bir adamın kayalık, bakımsız bir toprağı bir yıl boyunca kazmayla, kürekle, onların yetmediği yerde tırnaklarıyla kazıp temizleyişi, emeğin hırçın tabiata galebe çalışı, alın terinin ve azmin kutsallığını anlatır.

ANA TEMASI : Azim , gayret ve mücadele…

ÖZETİ:



KİŞİLER VE ÖZELLİKLERİ: www.edebiyatfatihi.net 


ANA FİKRİ: İNSAN AZMİ VE UMUDU SAYESİNDE EN ZOR GİBİ GÖRÜNEN İŞLERİ BAŞARABİLİR , HER ZORLUĞA GÖĞÜS GEREBİLİR.

YARDIMCI DÜŞÜNCELERİ  :

  •  Bakarsan bağ , bakmazsan dağ olur
  • Azmin elinden hiçbir şey kurtulmaz.
  • Emek kutsaldır.


HİKAYE HAKKINDA KİŞİSEL YORUMLAR VE DEĞERLENDİRMELER:
Ortaokul Türkçe kitabında ilk kez okuduğum bu hikayeyi aradan uzun yıllar geçse de hiç unutmadım… O zamandan beri ne zaman azim ve gayretle ilgili bir şey duysam hemen bu hikaye gelir aklıma…Sait Faik’in Kör Mustafa’nın o amansız tabiatla korkunç mücadelesini insan-doğa ilişkisini içinde çok gerçekçi ve samimi bir üslupla  anlattığı anlatan enfes bir hikayesidir Karanfiller ve Domates Suyu .. “Şimdi insanları, kitapların öğrettiği şekilde sevmiyorum. Şimdi artık kimi sevdiğimi, kime saygı duyduğumu biliyorum.” der büyük üstad…Yazar emeğin insan hayatındaki değerini, azmin ve mücadelenin elinden hiçbir şeyin kurtulamayacağını Kör Mustafa’nın şahsında vurgulamaya çalışmıştır. Bir başka okuyucu ise şunları söylemektedir hikaye hakkında : “Hikaye kişileri olarak düşük gelirli insanları seçen yazar, bu hikayede de Kör Mustafa gibi yoksul ve azimli birinin yaşamını serer gözler önüne. Mustafa sıradan bir insandır, ekmeğini taştan çıkarır. Ama hayata karşı umutsuz değildir. Yazar hikayelerinde, insanın doğumundan ölümüne kadar özünde var olan umudu ve bu umutla yaşamayı dile getirmiştir.Mustafa’nın fiziksel ve ruhsal portresi birlikte verilmiştir. Duygularının analizinde alışık olmadığımız deyişlerden yararlanılması (esir-aslan örneği) hikayeyi daha çekici hale getirmektedir.Sait Faik, bu eserinde olduğu gibi, hikayelerinde serim-düğüm-çözüm bölümlerine önem vermeden, bir insanın hayalleri, düşünceleri ve duygularına dayalı bir anlatım yolu seçer. ”

 4. Sait Faik’in hayat hikâyesini araştırınız. Bunun için kitabınızın 135. sayfasındaki “Sait Faik Abasıyanık Öykülerinde Değişim” adlı metni de okuyunuz. 

SAİT FAİK EN ÖZLÜ BİLGİLERLE:

SAİT FAİK KARANFİLLER VE DOMATES SUYU öykü özeti , konusu , ana fikri , olay örgüsü , yer ve zaman özellikleri…

KONUSU: Bir gözü biraz sola kaydığı için köylülerin Kör Mustafa dedikleri bir adamın kayalık, bakımsız bir toprağı bir yıl boyunca kazmayla, kürekle, onların yetmediği yerde tırnaklarıyla kazıp temizleyişi, emeğin hırçın tabiata galebe çalışı, alın terinin ve azmin kutsallığını anlatır.

ANA TEMASI : Azim , gayret ve mücadele…

ÖZETİ:



KİŞİLER VE ÖZELLİKLERİ: www.edebiyatfatihi.net 


ANA FİKRİ: İNSAN AZMİ VE UMUDU SAYESİNDE EN ZOR GİBİ GÖRÜNEN İŞLERİ BAŞARABİLİR , HER ZORLUĞA GÖĞÜS GEREBİLİR.

YARDIMCI DÜŞÜNCELERİ  :

  •  Bakarsan bağ , bakmazsan dağ olur
  • Azmin elinden hiçbir şey kurtulmaz.
  • Emek kutsaldır.


HİKAYE HAKKINDA KİŞİSEL YORUMLAR VE DEĞERLENDİRMELER:
Ortaokul Türkçe kitabında ilk kez okuduğum bu hikayeyi aradan uzun yıllar geçse de hiç unutmadım… O zamandan beri ne zaman azim ve gayretle ilgili bir şey duysam hemen bu hikaye gelir aklıma…Sait Faik’in Kör Mustafa’nın o amansız tabiatla korkunç mücadelesini insan-doğa ilişkisini içinde çok gerçekçi ve samimi bir üslupla  anlattığı anlatan enfes bir hikayesidir Karanfiller ve Domates Suyu .. “Şimdi insanları, kitapların öğrettiği şekilde sevmiyorum. Şimdi artık kimi sevdiğimi, kime saygı duyduğumu biliyorum.” der büyük üstad…Yazar emeğin insan hayatındaki değerini, azmin ve mücadelenin elinden hiçbir şeyin kurtulamayacağını Kör Mustafa’nın şahsında vurgulamaya çalışmıştır. Bir başka okuyucu ise şunları söylemektedir hikaye hakkında : “Hikaye kişileri olarak düşük gelirli insanları seçen yazar, bu hikayede de Kör Mustafa gibi yoksul ve azimli birinin yaşamını serer gözler önüne. Mustafa sıradan bir insandır, ekmeğini taştan çıkarır. Ama hayata karşı umutsuz değildir. Yazar hikayelerinde, insanın doğumundan ölümüne kadar özünde var olan umudu ve bu umutla yaşamayı dile getirmiştir.Mustafa’nın fiziksel ve ruhsal portresi birlikte verilmiştir. Duygularının analizinde alışık olmadığımız deyişlerden yararlanılması (esir-aslan örneği) hikayeyi daha çekici hale getirmektedir.Sait Faik, bu eserinde olduğu gibi, hikayelerinde serim-düğüm-çözüm bölümlerine önem vermeden, bir insanın hayalleri, düşünceleri ve duygularına dayalı bir anlatım yolu seçer. ”

HAZIRLIK
1. Sait Faik’in “Kınalı Ada’da Bir Ev”, “Sinağrit Baba”, “Alemdağ’da Var Bir Yılan” gibi 1950’den sonra yazdığı kendi “ben”ini ve bunalımlarını anlatan hikâyeleri ile Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Abdullah Efendi’nin Rüyaları” kitabında bir araya getirilen metinleri özetleyiniz. 

 SAİT FAİK ÖYKÜ ÖZETLERİ:


ABDULLAH EFENDİNİN RÜYALARI ÖZETİ:

ABDULLAH EFENDİNİN RÜYALARI KİTAP ÖZETİ,OLAY ÖRGÜSÜ,KİŞİLER,YER VE ZAMAN ,DEĞERLENDİRMESİ ,AYRINTILI İNCELEMESİ 

ÖZETİ: 

Abdullah Efendi’nin Rüyaları‘nda Abdullah Efendi, önce lokantada duygularına, hatta asabına tesir eden olaylar karşısında gerçekte olmayan şeyleri görmeye başlar. Lokantadan bu yorucu ruh haliyle çıkıp arkadaşlarıyla gittiği evlerde de kabul edemeyecegi manzaralar karşısında, olmayan şeyleri görür. Şehrin sokaklarında, sonra gittiği evinde uyanık halde iken dehşet verici tablolar içinde kendini bulur. Psikiyatri bunu “hallüsinasyon” diye isimlendirir. Jung, “içerdiği bu gerilim ya da enerji yakilyle bir kompleksin kendi başına küçük bir kişilik oluşturma eğilimi” gösterdigini söyler. .Hatta bu kompleksler “kendilerini bilinç denetiminden o denli kurtarırlar ki, gözle görülüp kulakla işitilebilir nitelik kazanır, vizyon kılığında kendilerini açığa vurur, belli kişilerin sesleriymiş izlenimini uyandıran seslerle konuşurlar.” Yine Jung, düşlerle kompleksIerin çogunlukla kişiselleşmiş bir kimlikle ortaya çıkabilecegini belirtir.

Tanpınar’ın hikayelerinde şahıslar; :içlerinde yaşayan, onları sorgulayan bir “ikinci adam”ın varlığından bazen memnun, fakat ekseriyetle muzdariptirler. Abdullah Efendi, lokantada bir an bu ikinci adamıldan sıyrıldığını hissedince “geniş, ağır, kaypak halkalarını bütün vücuduna doladıktan sonra, zehirli dişini en can alacak yerine geçirmeğe hazırlanan bir yılanın ayaklarının ucunda birden bire uyuyup kaldığını gören bır çöl yolcusunun inanılmaz sevincini duyar. ( s.163) Daha ‘sonra bu ikinci kişilik o kadar kuvvet kazanır ki, Abdullah Efendi’nin tasavvurunda, yaşayan ikinci bir kişi olur. Onu lokantada uyur bırakarak uzaklaşır. Lokantanın yanması esnasında onun öldüğünü görür. Hatta ertesi gün ikinci kişisinin cenaze törenine katılmayı, bir konuşma yapmayı bile düşünür. Mehmet Kaplan, bu hikayenin derinlik psikolojisi ile izah edilebilecek fantezilerle dolu olduğunu soyler.

2. Hikâyelerin özetlerini sınıfta anlatınız. 

3. Hikâyeleri, anlatmaya bağlı metinleri inceleme metoduna göre yapı, tema, dil, anlatıcı, gerçeklik ve gelenek yönlerinden inceleyiniz

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir