11. Sınıf Lider Türk Edebiyatı Ders Kitabı Cevapları Sayfa 46

Sevgili ziyaretçilerimiz 11. Sınıf Lider yayınları Türk Edebiyatı ders kitabının bütün sayfalarının cevapları sayfamızda yer almaya devam ediyor. Dil bilimi genel olarak dil denen gerçeği ele alan dillerin doğuşunu evrimini gelişmesini, yeryüzüne yayılışını ve aralarındaki ilişkileri ses biçim anlam sözdizimi yönlerinden inceleyen bilimdir. Birçok bilim dalının ihtiyaç duyduğu alanlardan biri olan Aradığınız kitabın ilgili sayfasının çözümleri aşağıda yer almaktadır. Eğer doğru sayfayı görmüyorsanız muhtemelen çözümü henüz yapılmamıştır. Sınavı gerçekten kazanmak istiyor muyum: Öncelikle bu soruyu kendinize mümkünse tuvalette veya gece uyumadan hemen önce kendinizle baş başa kaldığınızda sorun. Bu soruya vereceğiniz cevap sizin sadece Türkçe dersinde değil diğer derslerde de kaderinizi belirleyecektir. Eğer gerçekten bu sınavı kazanmak gibi bir amacınız yoksa, sadece çevrenin baskısı ile bu sınava giriyorsanız Türkçeden başarılı olma ihtimaliniz çok düşüktür. Unutmayın, başarı ancak kendi isteğimiz neticesinde oluşur.

Sizler için diğer tüm sayfaları hızlıca sayfamıza eklemek için yoğun çaba sarf ediyoruz. Eğer ilgili sayfanın cevaplarını göremiyorsanız bu sayfa muhtemelen çözülmemiştir. Bu durumda kısa bir süre sonra sitemizi yeniden ziyaret ediniz. Öğrencilerimize tavsiyemiz buradaki cevapları kitaplarına geçirmeden önce kendiniz yapıp burayı sadece kontrol amaçlı kullanmanızdır. Herkese okullarında başarılar diliyoruz.

Sayfanın Cevapları:

SAYFA 46
OLAY ÇEVRESİNDE GELİŞEN EDEBİ METİNLER

4A. ANLATMAYA BAĞLI EDEBİ METİNLER (ROMAN ,HİKAYE)

ANLATMAYA BAĞLI EDEBİ METİNLERİN ÖZELLİKLERİ

  1. Olay çevresinde gelişir.
  2. Yapı unsurları vardır(olay, kişi, zaman, yer).
  3. Yazar eserini oluştururken ilahi, kahraman gözlemci bakış açısını kullanır.
  4. Betimleme, öyküleme vb. anlatım türleri kullanılır.
  5. Masal, destan, halk hikâyesi, anonim, sözlü gelenek ürünü, mesnevi, hikâye, roman türleri ise yazarı belli eserlerdir.
  6. Kişileri başkahraman ve tali karakter ve tip olarak gruplandırılabilir.
  7. Dilin şiirsel işlevi kullanılır. Metinler içinde dilin diğer işlevleri de vardır.
  8. Giriş, gelişme, sonuç bölümleri vardır.
  9. Metnin özelliğine göre üslubu da değişir.

HAZIRLIK

1) Anlatmaya bağlı edebi metinleri İnceleme Yöntemi

ANLATMAYA BAĞLI EDEBİ METİNLERİN ÖZELLİKLERİ

  1. Olay çevresinde gelişir.
  2. Yapı unsurları vardır(olay, kişi, zaman, yer).
  3. Yazar eserini oluştururken ilahi, kahraman gözlemci bakış açısını kullanır.
  4. Betimleme, öyküleme vb. anlatım türleri kullanılır.
  5. Masal, destan, halk hikâyesi, anonim, sözlü gelenek ürünü, mesnevi, hikâye, roman türleri ise yazarı belli eserlerdir.
  6. Kişileri başkahraman ve tali karakter ve tip olarak gruplandırılabilir.
  7. Dilin şiirsel işlevi kullanılır. Metinler içinde dilin diğer işlevleri de vardır.
  8. Giriş, gelişme, sonuç bölümleri vardır.
  9. Metnin özelliğine göre üslubu da değişir.

2.Destan örnekleri

ÖZET:

Günlerden bir gün Ay Kağan bir erkek çocuk doğurur.Doğan çocuğa Oğuz adı verilir. Bu çocuk çok kısa bir sürede büyür, yiğit olur.

O çağda, halka zarar veren bir canavar vardı. Oğuz bu canavarı avlamak istedi.

Günlerden bir gün kargı, yay, ok, kılıç ve kalkanla ava gitti. Ormanda bir geyik ele geçirdi, onu söğüt dalı ile bir ağaca bağladı ve oradan uzaklaştı. Tan ağarırken gelip gördü ki canavar geyiği yemiş.Sonra Oğuz Kağan bir ayı tuttu, onu altın kuşağı ile ağaca bağladı gitti.Tan ağarırken geldiği zaman canavarın ayıyı da yiyip gittiğini anladı. Bu kez o ağacın dibinde kendisi durdu. Canavar geldi ve başı ile Oğuz’un kalkanına vurdu. Oğuz kargı ile canavarı öldürdü. Kılıcı ile başını kesti, alıp gitti.

Yine günlerden bir gün Oğuz Kağan bir yerde Tanrıya yalvarmakta idi. Karanlık bastı göktenbir ışık indi. Güneşten ve aydan daha parlaktı. Oğuz Kağan oraya yürüdü ve gördü ki o ışığın içinde yalnız oturan bir kız vardı. Oğuz Kağan onu görünce aklı gitti; sevdi ve aldı. Günlerden ve gecelerden sonra kız, üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Gün, ikincisine Ay, üçüncüsüne Yıldız adını koydular.

Yine bir gün Oğuz Kağan ava gitti. Göl ortasında ağacın kabuğunda yalnız başına oturan çok güzel bir kız gördü. Oğuz Kağan onu görünce aklı başından gitti; sevdi ve aldı. Günlerden ve gecelerden sonra kız, üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Gök, ikincisine Dağ, üçüncüsüne Deniz adını koydular.

Bundan sonra Oğuz Kağan büyük bir şölen verdi. Oğuz Kağan kırk masa ve kırk sıra yaptırdı. Türlü yemekler, türlü şaraplar, tatlılar ve kımızlar yediler içtiler. Ondan sonra Oğuz Kağan dört yana buyruklar yolladı, bildiriler yazdı ve elçilere verip gönderdi.

Bu bildirilerde şöyle yazılıydı:”Ben Uygurlar’ın kağanıyım ve yeryüzünün dört köşesinin kağanı olsam gerektir. Sizden itaat dilerim”.

Oğuz Kağan dünyanın dört bir tarafına ordularıyla gider, karşılaştığı yerlerdeki Türk boylarına isimler verir ve birçok ülkeyi pek çok çarpışmadan sonra ve kendi yurduna katar.

Oğuz Kağan ihtiyarlayınca yurdunu “Boz Oklar” ve “Üç Oklar” diye anılan oğulları arasında paylaştırdı.

OLAY ÖRGÜSÜ:

  • Oğuz Kağan’ın doğumu
  • Oğuz Kağan’ın büyümesi
  • Oğuz Kağan’ın gergedanı öldürmesi
  • Oğuz Kağan’ın evlenmesi
  • Oğuz Kağan’ın çocuklarının olması
  • Oğuz Kağan’ın beyleri bir araya toplaması
  • Oğuz Kağan’ın rüya görmesi
  • Oğuz Kağan’ın çocuklarını doğuya ve batıya göndermesi
  • Oğuz Kağan’ın ülkeyi çocuklarına paylaştırması

    DAHA AYRINTILI OLAY ÖRGÜSÜ:

    METNİN OLAY ÖRGÜSÜ

  •  Ay Kağanın oğlunun olması, onun büyüyüp olağanüstü özellikleri olan bir yiğit olması.
  • Oğuz Kağan’ın yiğitliğini ortaya çıkaracak şekilde bazı hayvanları korkmadan öldürmesi.
  •  Oğuz Kağan’ın gökten bir ışık halesiyle inen güzel bir kızla evlenip ondan üç erkek çocu­ğunun olması.
  • Oğuz Kağan’ın ağaç kovuğunda gördüğü kızla evlenip ondan üç erkek çocuğunun olması.
  • Oğuz Kağan’ın büyük kağan olması.
  • Oğuz Kağan’a Altun Kağan ve Urum Kağan’ın itaat etmeleri.
  • Oğuz Kağan’ın kendine itaat etmeyen ülkelere sefere çıkması, kutsal bir kurdun orduya yol göstermesi.
  •  Oğuz Kağan’ın savaşı kazanması, Uruz beyin memleketine gitmesi, beyin ona itaat edip Saklap adını alması.
  •  İdil nehrini geçerken ağaçlardan sal yapan kişiye Kıpçak Bey adını vermesi.
  • Oğuz Kağan’ın dağa kaçan atını bulup ona getiren kişiye Karluk adını vermesi.
  •  Duvarları altından, çatısı demirden, pencereleri gümüşten evin kapısını açan Tömürdü Kagul adlı kişiye Kalaç adını vermesi.
  •  Çürçet Kağan ve onun halkıyla savaş etmesi ve onları yenmesi.
  •  Bu memleketten alınan ganimetleri taşımak için kağnı yapan kişiye Kangalug adını ver­mesi.
  • ž Oğuz Kağan’ın, Masar Kağanla savaş yapıp onu yenmesi.
  • Uluğ Türük’ün rüya görmesi ve rüyasını Oğuz Kağan’a anlatması.
  •  Üç oğlunu gün doğusuna, üç oğlunu gün batısına göndermesi.
  •  Oğulların altın bir yayla, üç gümüş ok bulmaları.
  • Oğuz Kağan’ın kurultayda ülkeyi oğullarına paylaştırması.

TEMA:

Oğuz Kağan Destanı’nın teması: Kahramanlık

Tarihle İlişkisi: İslamiyet öncesi Türkler savaşçı bir millet oldukları için işlenin tema ile tarih arasında bir ilişki vardır.

İnsanlıkla İlişkisi: Oğuz Kağan’ın Türk beylerini bir araya toplayarak onlara fikir danışması, oğullarını eğitmesi destanın gerçekle olan ilişkileridir. Oğuz Kağanın bu davranışı insani olan davranışlardır.  Tema kahramanlık olduğu için insani ilişkilerin iyi olması savaşların kazanılmasında önemli bir unsurdur.

Mitoloji ile ilişkisi: Oğuz Kağan destanında kadın, ağaç, ışık, rüya, ok-yay, uluğtürk gibi birçok mitojik öge vardır. Bu yönden destan mitoloji ile yakından ilişkisi vardır.

Hayatla ilişkisi: Oğuz Kağan destanı hayatın içinde olan bir destandır. Bir aile yaşamı vardır. Bu yönüyle hayatla ilişki içindedir.

KİŞİLER VE ÖZELLİKLERİ 

Destanda pek çok kişi yer almaktadır. Ama bu kahramanlar, Oğuz Kağan’ın niteliklerini ortaya çıkarmak için vardır.

 Ay Kağan: Oğuz Kağan’ın annesi. 

Göğün ve yerin kızları: Oğuz Kağan’ın eşleri.

 Gün, Ay, Yıldız; Gök, Dağ, Deniz: Oğuz Kağan’ın çocukları; ölümünden sonra ülke­sini paylaştırıp onlara emanet etmiştir.

Altun Kağan: Oğuz Kağan’ın hükümdarlık ilanından sonra ona bağlılığını bildiren kağan.

 Urum Kağan: Oğuz Kağan’a itaat etmeyen ve onunla savaşıp yenilen kağan. 

Uruz Bey: Urum Kağan’ın kardeşi. 

Uruz Bey’in oğlu (Saklap): Oğuz Kağan’a itaat eden ve şehrini saklayan yiğit.

 Uluğ Ordu Bey (Kıpçak): Sal yaparak İdil nehrini Oğuz Kağan’a ve ordusuna aştıran bey. 

Bey (Karluk): Oğuz Kağan’ın atını kaçtığı dağdan getiren bey. Tömürdü Kağul (Kalaç): Oğuz Kağan’ın sefer sırasında rastladığı evin kapısını açan er.

 Çürçed Kağan: Oğuz Kağan’a itaat etmeyen ve savaşta Oğuz Kağan tarafından öldü­rülen kağan.

 Barmaklığ Çüsun Billig (Kanglı): Savaş ganimetlerinin taşınması için kağnı yapan er.

 Masar Kağan: Barkan ilinin kağanı. Oğuz Kağan’a itaat etmemiş ve yapılan savaşı kaybedince kaçmıştır. 

Uluğ Türük (Tüşimel): Rüyasında altın bir yay ve üç gümüş ok gören, Oğuz Kağan’ın öğüdünü tuttuğu bilge.
Olay örgüsünü de dikkate alarak Oğuz Kağan’ın destanda üstlendiği rolü tarihimizde üstlenmiş bir kaç lider daha vardır. Oğuz Kağan’ın tarihte üstlendiği rolü, II. Göktürk Devleti’ni kuran, Türkleri Çin esaretinden kurtarıp tek bayrak etrafında toplayan Kutluk Kağan, Selçuklu devletini kuran Selçuk Bey ve Alparslan, cihan impara­torluğu kuran Osman Gazi ve bir imparatorluğun yıkıntılarından bir devlet çıkaran Ata­türk üstlenmiştir.

Oğuz Kağan, dinamik bir “tip”tir, olağanüstü özellikleri olan bir devlet yöneticisidir. Bu tip günümüzdeki sosyal ve toplumsal yapıdan çok farklıdır. Gerçek hayatta bu tipe rastlanmaz.

MEKANLAR VE ÖZELLİKLERİ

Mekan olarak Orman ismi geçmektedir.

Metinde belli mekân tasviri yapılmamış. Orman ismi zikredilmiştir. Gün doğusu ve gün Batısı isimleri yer ismi olarak kullanılmıştır.
Muz Dağı:Oğuz Kağan’ın ordusunun kırk günde aştığı bir dağ.
İdil nehri ve kıyıları:Oğuz Kağan’ın ve ordusunun sallarla geçtiği,Uluğ Ordu Bey’in ”Kıpçak” adını almasına sebep olan nehirdir.
Dağ:Oğuz Kağan’ın atının kaçtığı dağ.
Ev:Tasvirlerle anlatılmıştır.Tömürdü Kağul’un ”Kalaç” adını almasına sebep olan ev.
Çürçed İli:Tasvirlerle anlatılmıştır.

MEKAN ANLATIMINA METİNDEN ÖRNEKLER:

Bu çağda! Bu yerde!

Bir büyük orman vardı, Oğuz yurdundan içre,

Ne nehir, ne ırmaklar akardı bu orman içre.

Ne çok av hayvanları, ormanda yaşar idi,

Ne çok av kuşları da üstünde uçar idi!

Ormanda yaşar idi, çok büyük bir gergedan,.

Sabah olunca gördü, kendinden büyükleri,

Çağırtarak getirtti, kendinden küçükleri.

“Gün, Ay ve Yıldız sizler, gidin gün doğusuna,

Gök, Dağ ve Deniz siz de gidin gün batısına!

Mekânlar destanın içeriğine uygun olarak seçilmiştir.

ZAMAN VE ÖZELLİKLERİ

Zaman olarak “bu çağ” kavramı geçmektedir. Belli bir tarih ve dönem adı geçmemektedir. Sadece zamanı ifade eden sabah olunca, sabah, biraz sonra gibi zaman ifade eden kavramlar geçmektedir.

 Zaman ne şekilde anlatılmıştır?

Metindeki olaylar ve zaman çok hızlı geçmektedir. Zamanın hızlı geçmesi destanların önemli özelliklerinden biridir.

Geldi ana göğsüne, aldı emdi sütünü,

İstemedi bir daha, içmek kendi sütünü

Pişmemiş etler ister, aş, yemek ister oldu!

Ansızın dile geldi, söyler, konuşur oldu!

Kırk gün geçtikten sonra, yürür oynaşır oldu!

ZİHNİYET UNSURLARI

“Güder at sürüleri, tutar atlara biner, / Daha bu yaşta iken çıkar avlara gider.”, “Sağ yanında Bozoklar, sol yanında Üçoklar, / Oturup eğlendiler, kırk gün kırk geceden çok.”, “Oğuz böldü yurdunu, verdi evlatları­na,” ve “Borcumu Gök Tanrı’ya / Veriyorum artık ben, sizin olsun bu yurdum.” dizelerinden yola çıkarak Oğuz Kağan Destanı adlı metnin ait olduğu dönemin sosyal, siyasi, dinî ve ekonomik hayatı hakkında hangi sonuçlara ulaşabileceğimizi sözlü olarak ifade ediniz.
Masal örnekleri

MASAL ÖRNEĞİ-1
KIYMETLİ TUZ

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde… Pire berber iken, deve tellal iken, ben anamın beşi­ğini tıngır mıngır sallar iken. Tıngır elek, tıngır felek demişler, bu masalı şöyle anlatmışlar.

Bir varmış, bir yokmuş, evvel zamanda bir padişah ile bunun üç kızı varmış. Bir gün bu padişah kızlarını başına toplamış, beni ne kadar seversiniz? demiş. En büyük kız “Dünyalar ka­dar…”, ortanca kızı “Kucak kadar…”, küçük kızı da “Tuz ka­dar…” severim demiş.

Padişah küçük kızın cevabına çok sinirlenmiş, İnsan tuz ka­dar sevilir mi demiş, ardından küçük kızını cellâda teslim et­miş. Cellât, kızı kesmek için dağa götürmüş. Kız cellâda yal­varmış, “Sen de babasın, bana kıyma!” demiş.

Cellât, kızın yalvarmalarına dayanamamış, onun yerine bir hayvan kesmiş, kızın gömleğini kesilen hayvanın kanına bulayıp padişaha getirmiş.

Küçük kız yollara düşmüş. Az gitmiş, uz gitmiş, bir köye ulaş­mış. Orada köyün zenginlerinden birine kul köle olmuş, büyü­müş, çok güzel bir kız olmuş. Güzelliği ilden ile dilden dile yayılmış, kısmet bu ya, bir başka padişahın oğluyla evlenmiş. Aradan bir hayli zaman geçmiş, başından geçenleri kocası­na anlatmış, “Babamları yemeğe çağıralım.” demiş. Kocası da “Olur.” demiş. Gereken hazırlıklar yapılmış, padişah baba­sı ziyafete çağrılmış.

Kızın padişah babası söylenen ziya­fete gelmiş. Padişah ve beraberindekiler sofraya oturduğun­da yemekler sırayla gelmeye başlamış. Ama kız, aşçısına bü­tün yemeklerin tuzsuz olmasını tembih etmiş. Padişah hangi yemeğe saldırdıysa eli geri gitmiş, yemeklerin hiçbirini yiyememiş.

O sırada küçük kızı padişahın sofrasından ayağa fırlamış. “Padişahım, duyduğuma göre sen küçük kızını, seni tuz ka­dar seviyorum dediği için öldürtmüşsün.” demiş. Padişahın söz söylemesine fırsat vermeden “İşte o küçük kız benim.” demiş ve “Bütün yemekleri tuzsuz yaptırdım ki kıymetimi anlayasın.” sözlerini eklemiş. Padişah yaptığından utanarak kü­çük kızının boynuna sarılmış, tuzun ne kadar kıymetli olduğu­nu anlamış. Ondan sonra yeni bir dönem başlamış.

Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.
Halk hikayesi örnekleri:

KEREM İLE ASLI HİKAYESİ AYRINTILI İNCELEME 

ÖZET:

Kerem, Isfahan şahının oğludur. Şahın hazinedarlığını yapan Ermeni Keşiş’in kızı Aslı’yı sever. Şah, Keşiş’ten kızı oğluna ister. Keşiş, Müslüman’a kız vermek istemezse de, şahın dileğini açıkça reddedemediği için bir mühlet diler, mühlet sona ermeden karısını ve kızını alıp memleketten gizlice kaçar. Bunun üzerine Kerem de, Aslı’nın peşinden yollara düşer. Kuzeybatı İran’ın, Kafkasya’nın ve Doğu, Orta ve Güneydoğu Anadolu’nun bir çok şehir, dağ ve yaylalarını böylece dolaşır. Yanında sadık arkadaşı Sofu vardır. Elinde sazıyla, diyar diyar dolaşan bir âşık olmuştur. Her gittiği yerde
rastladığı kimselere, dağlara, taşlara, ırmaklara, dağlardaki hayvanlara saz çalar, onlardan Aslı’nın izini sorar. Yıllarca süren bu gurbet ateşinde pişe pişe olgunlaşır, keramet sahibi bir “halk âşığı” olur. Tanrı onun her dileğini yerine getirir, önüne çıkan engeller kalkar, dağların karı, dumanı gider, ırmaklar geçit verir, beddua ettiği kimseler ya da nesneler harap olur. Yıllarca kovaladıktan sonra Kayseri’de onlara yetişir. İlkin kızdan yüz bulamaz. Kendi sevgisinin üçte birini olsun Aslı’ya vermesini Tanrı’dan diler; duası kabul olunur, Alsı da Kerem’e âşık olur. Bir gece gizlice kaçmak isterlerse de buluşamazlar. Keşiş’in ahbabı olan Kayseri Beyi’nin adamları Kerem ‘i tutarlar; Kerem “Hak aşığı” olduğunu ispat edince, Bey, Keşiş’e kızı Kerem’e vermesini emreder. Keşiş, Kayseri’den kaçar, Kerem yine peşlerine düşer. Nihayet, Halep’te onlara erişir. Halep Paşası’na kendini sevdirir. Paşa Keşiş’i zorlayarak, kızı Kerem’e vermeye razı eder. İki sevgilinin nikâhları kıyılır. Kızını Kerem’e yâr etmemeğe ahdetmiş olan Keşiş; Aslı’ya, son düğmesine kadar çözüldükten sonra tekrar kendiliğinden iliklenen sihirli bir gömlek giydirir. Kerem, Aslı’nın düğmelerini bir türlü çözemez, ateşli bir ah çeker, yanıp kül olur. Aslı dağılan külleri saçıyla toplarken bir kıvılcım da onu tutuşturur. Böylece, iki sevgilinin ancak külleri birbirine kavuşur.

Kerem ile Aslı Hikayesinin Tahlili: 

Halk hikâyeleri İslami dönemde oluşmuş edebi eserlerdir. Bu hikâyelerde Müslüman halkın sosyal hayatının, kültürel yapısının ve inanışlarının izlerini görmek mümkündür. “Kerem ile Aslı” hikâyesinde Kerem, Müslüman; âşık olduğu kişi keşişin kızıdır. Hikâye boyunca bu dini farklılıktan kaynaklanan çatışmayı görmekteyiz. Kerem’in Hak âşığı olması, keramet (olağanüstülük) göstermesi de hikâyedeki dini anlayışı yansıtır. Hikâyede geçen “şah”, “bey” gibi kavramlar dönemin siyasi yapısını yansıtır. Kerem’in elinde sazıyla diyar diyar gezip şiirler söylemesi ise dönemin sanat anlayışını yansıtır. Bilindiği gibi saz şairleri sazlarıyla gezer ve şiirler söylerler. Ayrıca bu dünyada kavuşamayan âşıkların diğer dünyada kavuşacaklarına dair halk inanışını da bu hikâyede görmekteyiz.

Metin ve Yapı

Anlatmaya bağlı metinler; olay örgüsü, kişi, mekân ve zaman öğelerinden oluşur.

  1. Olay Örgüsü: Hikâye boyunca canlı bir olay akışı göze çarpar. Keşişin kızını alıp uzaklaşması, Kerem’in onlara yetişmesi, Aslı’nın da Kerem’e âşık olması, kaçmak istemeleri, kaçamamaları, evlenmeleri, kavuşamamaları ve her ikisinin de ölmesi… gibi olaylar hikayedeki olay örgüsünü oluşturur. Hikâyede merak öğesi sürekli canlı tutulmuştur.

METNİN OLAY ÖRGÜSÜ MADDELER HALİNDE

  • METNİN OLAY ÖRGÜSÜ
  • Koca Han ve eşinin çocukları olmaz. Koca Han’ın, Hıristiyan hazinedarı “Keşiş” ile karısı İriskin’in de çocukları olmaz.
  • Sultan, Keşiş karısına “benim bir oğlum, senin de bir kızın olursa, oğluma verir misin?” diye sorar. İriskin de kabul eder.
  • Sultanın nur topu gibi bir oğlu, İriskin’in de nar tanesi gibi bir kızı olur. Oğlana “Ahmet Mirza”; kıza İsa Gülü adını verirler.
  • Keşiş, sözünden cayar ve sultana kızın öldüğünü söyler.
  • Yıllar geçer, Mirza büyür, okula gider. Çok zeki olan Mirza ‘ya ders arkadaşı olarak Sofu isimli bir arkadaş verirler.
  • Mirza, ava çıktığı bir gün, bir bahçeye girer. Rüyasında âşık olduğu sözlüsünü görür.
  • Kerem onulmaz bir derde düşer. Babası, Aslı’yı vermesi için Keşiş’e baskı yapar.
  • Keşiş görünüşte razı olur ama düğün günü kızını ve karısını alıp ortadan kaybolur.
  • Kerem de ana babasından helallik alıp can dostu Sofu ile birlikte yollara düşer.
  • Kayseri’ye ulaşırlar.
  • Keşişin karısının dişçilik yaptığını öğrenirler. Kerem diş çektirme bahanesiyle Aslı’yı görmeye gider.
  • Hesna Bacı, Kerem ile Aslı’yı buluşturur.
  • Kayseri Bey’i ve adamları önce Kerem’i yakalarlar. Sonra babasını tanıdığı için Kerem’den özür diler. Keşiş’in gözünü korkutup Aslı’yı vermeye ikna eder.
  • Düğün yapılır.
  • Keşiş, Aslı’nın elbisesine büyü yapmıştır. Geceden sabaha kadar elbisenin düğmelerini çözdükçe düğmeler tekrar iliklenir.
  • Kerem ah çeker. Ağzından çıkan yeşil bir alevle yanıp kül olur. Saçları tutuşan Aslı da yanar ve külleri Kerem’in külüne karışır.
  • Sofu bu külleri Erciyes’in bir köşesine gömer.
  • Küller içindeki iki kıvılcım, ateşten bir çekirdek olup filiz verir, dal verir, ulu bir ağaç olup yedi kat göğe yükselir.
  1. Kişiler: Olaydaki temel kahramanlar Kerem ile Aslı’dır diyebiliriz. Olayın bütününde bu iki kişinin serüvenini görmekteyiz. Bunun yanında hikâyede ikinci derecede yer alan kahramanlar vardır: İsfahan Şahı, Keşiş, Sofu, Kayseri Bey’i, Halep Paşası. İkinci derecedeki kahramanlar olayın değişik aşamalarında hikâyeye dâhil olurlar.
Kişiler Özellikleri edebiyat fatihi
Kerem

Aslı

Aşkları  için her   şeyi göze alan yer yer olağanüstü özellikler gösteren tipler
Hükümdar Kerem’in babası, adil, güçlü ve cömert
Hanım Sultan Hükümdarın karısı
Keşiş Aslı’nın babası
Irıskin Aslı’nın annesi
Sofu Kerem’in can dostu
Kayseri Beyi

Ak sakallı ihtiyar

http://www.edebiyatfatihi.blogspot.com/

 

Kişiler Temsil ettikleri değer
Kerem Aşık
Aslı sevgili
Hükümdar Güç sahibi
Keşiş Zalim, kötü
Iriskin Zalim,Kötü
Sofu Vefalı dost

 


ZAMAN VE MEKÂN

ZAMAN
“Râviyân-ı ahbâr ve nâkilân-ı âsâr şöyle hikâyet ederler ki: O iller bizim iller, orada söylenen diller bizim diller iken İran başka İran, devran başka devranmış…” cümlesi hikâyenin hangi zamanda anlatıldığını net bir şekilde göstermez. Bu sözle­r, “hikâyeleri anlatan ve bu hikâyeleri başkalarına nakleden” anlamına gelen bir kalıp ifadedir. Zaman belirten diğer ifadeler şunlardır: ” Şehirlerden Isfahan şehrinde Koca Han derler bir han varmış.”, “Aradan dokuz ay, dokuz gün, dokuz saat geçti.”, “Akşamın bir vaktinde Pasinler’e girdiler.”, “Gel za­man git zaman küller içindeki iki kıvılcım, ateşten bir çekirdek olup filiz vermiş, dal vermiş…”

MEKANKerem ile Aslı hikâyesindeki mekânlar şunlardır: Bahçe, Lâleli Dağı, Zindan, Okul, Konak, Erciyes, Isfahan, Revan, Pasinler, Kars, Âşıklar kahvesi, Erzurum, Han, Sivas, Hasankale, Kayseri, Çalılık. Bu mekânların bazıları olayların geçtiği yerler olarak, bazıları ise sadece yer adı olarak geçmektedir. Kerem ve Aslı metnindeki mekânlar, hikâyedeki olayların mekânla birlikte değişebildiğini göstermektedir. Eğer hikâyenin mekân özellikleri değiştirilirse olay örgüsü de değişir. Örneğin Kerem, Erzincan’a değil de İstanbul’a gelseydi, hikâyedeki olaylar ve kişiler tamamen değişirdi. “Atlarını bir otele çekip kendileri de bir kafeteryaya girdiler. ” şeklinde mekân değişikliği yapılırsa olay örgüsü bozulur.

ÇATIŞMA VE TEMA

ÇATIŞMA VE TEMA

Metindeki temel çatışma, “iyi-kötü, kavuşma-ayrılık ” arasındadır. Metnin teması “âşk”tır. Bu tema, yani aşk ve âşıkların kavuşamamaları, Türk edebiyatı geleneğinde çok fazla işlenmiştir. Tema, metindeki temel çatışmanın en kısa ifadesidir.

Metinde üzerinde durulan tema “aşk”tır. Bu aşk öyle yücedir ki âşık kavuşma arzusuyla bütün engelleri aşmaya çalışır. Metinde Halk edebiyatına ait bir aşk anlayışı dile getirilmiştir. Aşk, kahramanı olgunlaştırmış, onu Hak aşığı ve şair yapmıştır. Şair aşkı uğruna sürekli dolaşıp durmuştur.

TEMEL İLTESİ:Metnin temel iletisi “Aşk insana her şeye göğüs germe ve her zorluğa katlanma gücü veren en yüce edebiyat fatihi duygulardan biridir.” Metindeki olay örgüsü ve kişiler iletinin somutlaştırılmasında ve metnin yapısının bütünlük kazanıp şekillenmesindeki temel unsurlardır.

Dil ve Anlatım
Hikâyede halkın anlayabileceği bir dil kullanılmıştır. Halk hikâyelerinde kalıplaşmış olan sözlere yer verilmiştir: Sazı aldı eline, bakalım ne dedi, aldı Kerem, deyip kesti, yola revan oldu gibi. Hikayedeki bazı Türkçe sözcükler bugün kullanılmaz olmuştur: Eyitti (söyledi), andan (ondan), yad (yabancı)… gibi. Yine hikâyede bazı fiiller bugünkünden farklı kullanılmıştır. Varam (varayım), soram (sorayım), halim ne ola (halim ne olacak)… gibi. Yine “yurdun” kelimesi bugünkü Türkçede “yurdunu” şeklinde söylenmektedir. Hikâyede Türkçe kökenli olmayan az sayıda sözcüğe de yer verilmiştir: çeşm, ser… gibi

Metin ve Gelenek
Metin halk hikâyeciliği geleneği içerisinde oluşturulmuştur. Halk hikâyelerinde “aşk” önemli konulardan biridir. Kendilerine “âşık” denen saz şairleri birçok yeri gezerek bu hikayeleri anlatırlardı. Anlatım sırasında olaylar düzyazıyla aktarılır, duygular şiir şeklinde ifade edilirdi. Bu anlatımlar saz eşliğinde gerçekleştirilirdi.

Anlam ve Yorum
Metinde aşk ve aşkın yüceliği, aşk uğruna her türlü zorluğa katlanılması gerektiği dile getirilmiştir. Aşka hemen her toplumda bir yücelik verilmiştir. Aşk o kadar yüceltilmiştir ki aşk hikâyelerine olağanüstülükler karıştırılmıştır. Bu aşk hikâyeleri dilden dile aktarılmış, insanlar acı çeken âşıkların acılarını kendi yüreklerinde hissetmiştir. Halkın hayal gücü, kavuşamayan âşıkları diğer dünyada kavuşturmuş, onların kavuşamamalarını bir türlü kabullenememiştir. Aşk, sevgi gibi kavramlar toplumların kenetlenmesinde, insanların birbirlerine merhametle yaklaşmasında oldukça önemlidir. Bu sebeple de insanlar hikâyelerinde, şiirlerinde ve diğer sanat ürünlerinde bu kavramları canlı tutmaya çalışmıştır.

Metin ve Yazar
Kerem ile Aslı hikâyesi diğer halk hikâyeleri gibi anonimdir. İlk söyleyeni bilinmemektedir. Halkın ortak hislerini yansıtır. Bunu da gerek halktan insanlar gerekse şairler kuşaktan kuşağa aktarmışlar, bunlar daha sonra yazıya geçirilmiştir.
Mesnevi örnekleri:

HARNÂME

Bir eşek var idi zaif ü nizâr

Yük elinden katı şikeste vü zâr

Gâh odunda vü gâh suda idi

Dün ü gün kahr ile kusuda idi

Ol kadar çeker idi yükler ağır

Ki teninde tü komamıştı yağır

Dudağı arkmış u düşmüş enek

Yorulur arkasına konsa sinek

Kargalar derneği kulağında

Sineğin seyri gözü yağında

Arkasından alınca palanı

Sanki it artuğıydı kalanı

Bir gün ıssı eder himâyet ana

Ya’ni kim gösterir inayet ana

Aldı palanını vü’saldı ota

Otlayurak biraz yürüdü öte

Gördü otlukta yürür öküzler

Odlu gözler ü ger(i)lü göğüsler

Boynuzu bazısının ay bigi

Kimin halka halka yay bigi

Ne yular derdi ne gam-ı pâlân

Ne yük altında haste vü nâlân

Acebe kahır u tefekkür eder

Kendi ahvalini tasavvur eder.

Ki biriz bunlarınla hilkatte

Elde ayakta şekl ü surette

Bunların başlarına taç neden

Bizde bu fakr ü ihtiyaç neden

Var idi eşek ferasetlü

Hem ulu yollu hem kiyâsetlû

Ol ulu katına bu miskin har

Vardı yüz sürdü dedi ey server

Sen eşekler içinde kâmilsin

Âkil ü şeyh ü ehl ü fâzılsın

Sen eşeksin ne şek hakîm-i eceli

Müşkilim var keremden etgil hal

Bugün otlukta gördük öküzler

Gerüben yürür idi göğüsler

Her birisi semiz ü kuvvetli

Yok mudur gökte bizim ulduzumuz

K’olmadı yeryüzünde boynuzumuz

Böyle verdi cevap pîr eşek

K’ey belâ bendine esir eşek

Dün ü gün arpa buğda işlerler

Anı otlayup anı dişlerler

Çün bunlar oldu ol azize sebep

Verdi ol izzeti bulara Çalap

Tac-ı devlet konuldu başlarına

Et ü yağ doldu iç ü dışlarına

Bizim ulu işimiz odundur

Od uran içimize o dundur

Tuttu yüz derdile zaîf eşek

Zâr ü dil-haste vü nahîf eşek

Varayın ben de buğda işleyeyin

Anda yaylayup anda kışlayayın

Gezerek gördü bir göğermiş ekin

Sanki tutardı ol ekin ile kin

Aşk ile tepti girdi işlemeye

Gâh ayaklayu gâh dişlemeye

Ekin ıssı…

Ağaç elinde azm-ı râh etti

Tarlasını göricek âh etti

Daneden gördü yeri pak olmuş

Gök ekinliği kara hâk olmuş

Yüreği sovumadı sövmek ile

Olamadı eşeği dövmek ile

Bıçağın çekti kodu ayruğınu

Keski kulağını vü kuyruğunu

Kaçar eşşek acıyarak canı

Dökülerek yaşı yerine kanı

Uğrayu geldi pîr eşek nagâh

Sordı halini kıldı dert ile âh

Batıl isteyü haktan ayrıldım

Boynuz umdum kulaktan ayrıldım.

 

aruz kalıbı: Feilâtün /mefâilün/  feilün

Metin İncelemesi:

OLAY ÖRGÜSÜ

HARNAME OLAY ÖRGÜSÜ

  •  Yük taşımaktan cılız kalmış eşeğin otlayan semiz öküzleri görmesi.
  • Yanlarına gidip onlara neden böyle yularsız ve güçlü olduklarını sorması.
  •  Öküzlerin, kendilerinin buğday öğüttüklerini, bu işlemin insanlara gerekli olduğunu söyleme­si.
  • Eşeğin bu söze inanarak, buğday tarlasına dalıp buğdayları çiğnemesi.
  • Tarla sahibinin eşeğin kulaklarını ve kuyruğunu kesmesi.
  • Yolda pir eşekle karşılaşması ve pir eşeğin onu azarlaması.
  • Biçim Yönünden:

Biçimi: Nazım.

Nazım biçimi: Mesnevi.

Nazım birimi: Beyit.

Ölçüsü: Aruz.

Fâ i lâ tün/me fâ i lün/fe i lün

(Fe i lâ tün)              (fa’lün)

Bir eşek var/i di za if/ ü ni zar

Türü: Didaktik şiir.

Konusu: Eşeğin kişiliğinde, yeteneğinin üstüne çıkmak isteyen bir insanın içine düştüğü kötü durum ele alınıyor, bu tür kişilerin karşılaşabilecekleri güç durumlar anlatılıyor.

Ana düşünce: İnsan, kendi yeteneğini, değerini ve yerini bilmeli; elindekiyle yetinmeli, daha çoğunu istememelidir.

Kafiye şeması: aa/bb/cc/dd/ee/ff/gg/hh…

Kafiyeli olan, “zâr/nizâr” sözcüklerinde, üç ses benzeşmesinden olan zengin kafiye vardır. Su-da idi/ kısu-da idi” sözlerinde yer alan “-da” hal ekleriyle “idi” sözcükleri aynı görevde olduğundan rediftir. Ka­lan bölümlerde iki ses benzeşmesinden oluşan tam kafiye vardır.

Dil özellikleri:

  1. a)Olay, “tahkiye” (hikâye etme-öyküleme) yo­luyla anlatılmış, XV. yüzyıl aydınlarının yabancı söz­cüklerle karışmış Türkçesine yer verilmiştir: Zâif ü nizâr, şikeste vü zâr, gam-ı palan, ferâsetlû, tac-ı devlet, azm-i râh.
  2. b)Sözcüklerde “üben, icek, yın” bağ-fiil ekle­riyle emir kipinin üçüncü tekil kişisini gösteren ve “-sin” ekinin karşılığı olarak kullanılan “-gil, -gıl” eklerine yer verilmiştir.
  3. c)“Gerlü, K’olmadı, K’ey” sözcükleri, ölçü zo­ruyla böyle yazılmışlardır. Asılları “gerilü, ki olmadı, ki ey” dir.
  4. d)Kimi sözcükler, küçük ses değişimleriyle gü­nümüzde de kullanılmaktadır: Tü (tüy), bigi (gibi), bunlarunla (bunlarla), ulduz (yıldız), ana (or.a), komamıştı (koymamıştı), varayın (varayım), komak (koy­mak).
  5. e)Günümüzde kullanılan “ve” bağlacı yerine “u,ü,vü” kullanılmıştır. Bu durum tüm divan edebiya­tı anlatımında yaygındır.
  6. f)“Katı” (çok), “dün” (gece), “kısu” (sıkıntı), “ıss” (sahip) sözcükleri günümüzde anlam değiştirmiş, bu anlamlarda kullanılmaz olmuştur.
  7. g)“Ana” (onu) sözcüğü “-i” hali yerine “-e” hal ekiyle kullanılmıştır.

h)“îdi, odunda, su” gibi söcükler, ölçü zoruyla
uzatılmıştır.

Söz Sanatları:

Eşek, insan gibi düşünüldüğünden teşhis (kişileş­tirme), konuşturulduğundan intak (konuşturma) sana­tı yapılmıştır, öküzlerin boynuzları biçim yönünden yaya, parlaklık yönünden ay’a benzetilmiştir. “Bunla­rın başlarına taç neden” dizesinde istiare (iğretileme) sanatı yapılarak boynuzlar taca benzetilmiştir.

Benzetilen öğe kullanılmadığından, sanat açık istiare­dir. “Odundur/ o dundur” sözcükleri, cinaslı olarak kullanılmıştır.

İçerik Yönünden:
Zayıf ve güçsüz bir eşek vardı. Yük altında çok harap olmuştu. Bazan odunda bazan suda idi. Gece ve gündüz kahır ile sıkıntıda idi. O kadar ağır yükler taşırdı ki, yara teninde tüy bırakmamıştı. Dudağı sark­mış, çenesi düşmüştü. Sırtına sinek konsa yorulurdu. Kargalar derneği kulağında, sinek gezer gözünün ya­ğında. Arkasından alınca palanı, sanki köpek artığıy­dı geriye kalanı. Bir gün sahibi onu korudu, yani ona yardım etti. Palanını aldı ve ota saldı. Otlayarak bi­raz öte yürüdü. Gördü otlukta yürüyen öküzleri. Ateş­li gözleri ve gerili göğüsleri. Bazısının boynuzu ay gi­bi, kiminin halka halka yay gibi. Ne yular derdi ne palan derdi. Ne yük altında hasta ve inleyen. Hayret eder ve düşünür, kendi durumunu zihninden geçirir. Ki: yaradılışta bunlarla eşitiz. Elde, ayakta, yüzde ve şekilde. Bunların başlarına taç neden? Bizde bu yoksulluk ve gereksinim neden? Bir eşek vardı çok anlayışlı, akıllı. Hem ulu yollu hem de uyanıktı. Bu miskin eşek, o ulu eşeğin katına, gitti, yüz sürdü, ey başkan: Sen eşekler içinde yücesin, akıllısın, büyüksün ve erdemlisin. Sen eşekler içinde bilgesin. Sıkıntım var, yardım etmelisin. Bugün otlukta gördüm öküzler, göğüslerini gererek yürürlerdi. Her birisi se­miz ve kuvvetli, içi ve dışı yağlı ve etli. Yok mudur gökte bizim yıldızımız, ki yeryüzünde boynuzumuz ol­madı? Olgun eşek şöyle yanıt verdi: Ey belâ bağına tutsak eşek! Onlar gündüz gece arpa ve buğday işler­ler, onu otlayıp onu dişlerler. Çünkü bunlar oldu o değerliye sebep. Bu değeri onlara Tanrı verdi hep. Başlarına devlet tacı kondu. İç ve dışlarına et ve yağ doldu. Bizim en büyük işimiz odun taşımaktır, İçimize ateş vuran o aşağı iştir. Zayıf eşek tuttu yüz dert ile ağlamaklı, gönül yaralı, kırık… Varayım ben de buğday işleyeyim, orada yaylayayım orada kışlayayım. Gezerek yeşermiş bir ekin gördü. Sanki o ekin ile kin tutardı. Aşk ile tepti, girdi işlemeye. Bazan ayakla bazan dişiyle. Ekin sahibi… Sopa elinde yola koyuldu. Tarlasını görünce ah etti. Gördü yer tamamen temiz­lenmiş, yeşil ekinlik kara toprak olmuş. Küfür etti, içi yüreği susmadı, eşeği dövmekle de hırsını alama­dı. Bıçağını çekti, ayrısını kodu, kesti kulağını ve kuy­ruğunu. Eşek kaçar canı acıyarak, yaş yerine kan dö­kerek. Ansızın bilge eşek çıkageldi. Durumunu sordu, beriki dert ile ah etti: Boş şey istedim, doğru yol­dan ayrıldım, boynuz umdum, kulaktan da oldum.

Araştırmalar:

1.Şeyhi, II. Murat döneminde yaşamıştır. Bu fabl şairin padişaha sunduğu bir övgüde “Münasip Hikâye” başlığı altında yer almıştır. Eser, 126 beyitten oluş­maktadır. Şair, mesnevisinin başında padişahı över. Devrinde herkesin mutlu olduğunu; kendisinin ise ke­derli olduğunu belirtir. Yaşamda rahatlık istedikçe zahmet çektiğini, mutluluk istedikçe belaya düştü­ğünü dile getirir, öyküsünde kendisini bu eşekte sim­geleyerek Sultan Murat’tan yardım diler.

Öykünün kahramanlarından eşek, zayıf, güçsüz, yük taşımaktan bitkindir. Sırtında yaralar açılmış, dudağı sarkmış, yaşamın zorluklarına göğüs geremeyecek kadar perişan bir duruma düşmüştür, öküzler ise eşeğin karşıtı besili, boynuzları ay gibi, yük taşı­mayan, yular ve palan kaygısı olmayan sağlıklı ve ta­lihli hayvanlardır. Yaşlı eşek; ulu, kâmil, âkil, ehil, fâzıl niteliklerinden anlaşılacağı gibi güngörmüş bil­ge olan bir varlıktır. Ekin sahibi, çıkarlarını koruyan öfkeli biridir.

Öyküde zayıf eşek, şairin kendisi; öküzler, Şeyhi’ye verilen tımarın (toprakların) ilk sahipleri ile yet­kili kişi ve kuruluşlardır. Yaşlı bilge eşek ise Osman­lı toplumunu belirli ülkü ve düşünceler doğrultusunda yönlendiren aydınlar ve düşünürlerdir. Bunlar şiirde “bilge-filozof” olarak tanıtılmaktadır.

Günümüz toplum yaşamı açısından düşünülürse:

Zayıf eşek: İçinde bulunduğu durumu beğenme­yen, elindekiyle yetinmeyen, olanaklarını değerlendir­meden hayatta daha çok şeye sahip olmak isteyen, bu yolda çaba verirken elindekini de yitiren insanları simgeler.

Öküzler: Her toplumda var olan, hak etmedik­leri biçimde varlıklı ve mutlu yaşayan talihli kişileri temsil eder.

Yaşlı eşek: Toplumu yönlendiren aydın ve dü­şünürlerin yerine geçer.

Ekin sahibi: Çıkarlarına düşkün, öfkeli ve yitir­diklerini kendi gücüyle almaya çalışan insanları kar­şılar.

2.”Etgil, gerüben, göricek, kışlayın” sözcüklerin-deki “-gil, -ben, -Icek, -yın” eklerinin günümüzdeki söylenişleri “-sin, -rek/-rak, -ince, -yım” biçiminde­dir.

Metinde geçen sözlerin anlamları şunlardır:

İt artuğu: Köpek artığı; bir deri bir kemik ka­dar zayıf düşmüş varlık.

Acebe kalmak: Bir durum karşısında şaşkınlı­ğa düşmek; hayret etmek.

Gökte ulduzumuz yok mu?: Şansımız, talihimiz yok mu; kaderimizde mutlu olmak yazılmamış mı?

Belâ bendine esir olmak:  Yaşamda dertlerle karşılaşmak, onlardan kurtulmamak.

Aşk ile tepti: Büyük bir arzu ve istekle koştu.

3.”Odun/ o dun” sözcükleri, söylenişleri aynı, an­lamları farklı olan sözlerdir. “Odun” sözcüğü, yaka­cak ağaç; “o dun” ise o alçalma anlamında kullanıl­mıştır. Böyle sözcüklere cinaslı kafiye denir.

4.Öyküye göre: Zayıf ve güçsüz bir eşek, bir gün otlamaya çıkar. Otlakta, bakımlı öküzler görür. Onla­rı kendisiyle karşılaştırır, bir sonucu varamaz. Onlar­la arasındaki farkı anlamak ister, bunun nedenini yaş­lı bir eşeğe sorar. Yaşlı eşek, onların gece ve gündüz arpa ve buğday işleriyle uğraştıklarını, bu yüzden ba­kımlı ve rahat olduklarını söyler. Zayıf eşek, onlar gibi olmak için buğday ve arpa işlemeye karar verir. Bu kararla bir ekin tarlasına girer. Bunu gören ekin sahibi, öfkeyle zayıf eşeğe saldırır, kulağı ile kuyru­ğunu keser. Böylece zayıf eşek, elindekiyle yetinme-menini cezasını kulak ve kuyruğunu yitirerek öder.

  1. “Harnâme”nin ana düşüncesi,   insan elindekiyle yetinmelidir, daha çoğunu istememelidir; istediği takdirde elindekini de yitirebilir” biçiminde anlatılmış­tır, öykünün kahramanlarıyla ilgili söylenen alaycı sözler, yergi öğeleridir.
  2. Fabller, manzum yazılardır,  konuları hayvanlar arasında geçer. Her fablın sonunda insanlara bir öğüt ya da bir ahlak dersi verilir. Bu özellikler, “Harnâme”de de görülmektedir. Bu duruma göre, ona fabl diyebiliriz.
  3. KARTAL, BİRSEN Y. 1990


3.Ahmet Mithat Efendi’yle ilgili özlü bilgiler:

  • AHMET MİTHAT EFENDİ (1844-1913)
  • Tanzimat Edebiyatının EN POPÜLER(HALKÇI) EN ÜRETKEN YAZARIDIR.
  • Tanzimat Edebiyatında halk üzerinde en çok etkili olan sanatçıdır. Halka okuma alışkanlığı kazandırmaya çalışmıştır. Bunda başarılı olmuştur. “Sanat toplum içindir.” anlayışını benimsemiştir.
  • Eserleriyle toplum için “hace-i evvel”(ilk okul hocası) olmuştur. Türk edebiyatında onun kadar eser veren başka bir sanatçı yoktur; bu nedenle “yazı makinesi” olarak tanınır.
  • Ahmet Mithat’a göre; edebiyat bilginlerin daha önce araştırıp bulduklarını halka yayan bir araçtan başka bir şey değildir. Eserlerinde halkın anlayabileceği sade bir dil kullanmıştır.
  • Roman, makale, öykü, anı, tiyatro, gezi, tarih, hukuk, felsefe, coğrafya, ziraat, iktisat gibi birçok alanda eser vermiştir.
  • Romanları teknik açıdan kusurludur. Olayın akışını kesip araya girerek bilgi verir; gereksiz açıklamalar yapar. Tarih, polisiye, macera, aşk, yanlış Batılılaşma ve cariyelik gibi birçok konuda roman yazmıştır. Romanların isimleri bile konuları hakkında bilgi vermiştir. Olaylar bazen yazarın hiç görmediği yerlerde geçer.
  • “Halk için roman” çığırını edebiyatımızda o açmıştır.
  • Romantizm akımının etkisinde kalmıştır.
  • Öykü ve romanlarında meddah tekniğinden yararlanmıştır.(olayın akışını kesip bilgi verme)
  • Türk edebiyatında ilk öykü örneklerini vermiştir. (Letaif-i Rivayet)
  • Gazetecilik yönü de vardır. Tercüman-ı Hakikat, Bedir, Devir gazetelerini çıkarmıştır. Dağarcık ve Kırkambar adlı dergileri de çıkarmıştır.
  • Servetifünun yazarlarını eleştirerek onlara Dekadanlar (soysuzlaşmış) adını takmıştır.
  • Evinde kurduğu küçük bir matbaada eserlerini basmıştır.
  • “Esrar-ı Cinayet” adlı romanı edebiyatımızda ilk polisiye roman sayılır.
ESERLERİ:
Romanları
Hasan Mellâh yâhud Sır İçinde Esrar (1874)
Dünyaya İkinci Geliş yâhud İstanbul’da Neler Olmuş (1874)
Hüseyin Fellah (1875)
Felatun Bey ile Rakım Efendi (1875)
Karı-Koca Masalı (1875)
Paris’de Bir Türk (1876)
Çengi (1877)(oyun)
Süleyman Musûlî (1877)
Yeryüzünde Bir Melek (1879)
Henüz On Yedi Yaşında (1881)
Karnaval (1881)
Amiral Bing (1881)
Vah! (1882)
Acâib-i Âlem (1882)
Dürdâne Hanım (1882)
Esrâr-ı Cinâyât (1884)
Cellâd (1884)
Volter Yirmi Yaşında (1884)
Hayret (1885)
Cinli Han (1885)
Çingene (1886)
Demir Bey yâhud İnkişâf-ı Esrâr (1887)
Fennî Bir Roman Yâhud Amerika Doktorları (1888)
Haydut Montari (1888)
Arnavutlar-Solyotlar (1888)
Gürcü Kızı yâhud İntikam (1888)
Nedâmet mi? Heyhât (1889)
Rikalda yâhut Amerika’da Vahşet Âlemi (1889)
Aleksandr Stradella (1889)
Şeytankaya Tılsımı (1889)
Müşâhedât (1890)
Ahmed Metin ve Şîrzât (1891)
Bir Acîbe-i Saydiyye (1894)
Taaffüf (1895)
Gönüllü (1896)
Eski Mektûblar (1897)
Mesâil-i Muğlaka (1898)
Altın Âşıkları (1899)
Hikmet-i Peder (1900)
Jön Türkler (1910)
Öyküleri
Kıssadan Hisse (1870)
Letâif-i rivayet
Suni’fi Zann(1870)
Gençlik (1870)
Esâret (1870)
Teehhül (1870)
Felsefe-i Zenân (1870)
Gönül (1870)
Mihnetkeşân (1870)
Firkat (1870)
Yeniçeriler (1871)
Ölüm Allâhın Emri (1873)
Bir Gerçek Hikâye (1876)
Bir Fitnekâr (1876)
Nasîb (1877)
Çifte İntikam (1887)
Para (1887)
Kısmetinde Olanın Kaşığında Çıkar (1887)
Diplomalı Kız (1890)
Dolabdan Temâşâ (1890)
İki Hud’akâr (1893)
Emânetçi Sıdkı (1893)
Cankurtaranlar (1893)
Ana-Kız (1893)
OYUNLAR: 
Eyvah (oyun, 1871)
Açık Baş (oyun, 1874)
Ahz-ı Sar yahut Avrupa’nın Eski Medeniyeti (1874)
Zuhur-ı Osmaniyan (1877)
Çengi (1877)
Çerkeş Özdenler (1884)
Fürs-i Kadim’de Bir Facia yahut Siyavuş (oyun, 1884)
DİL KİTAPLARI: 
Durub-ı Emsal-i Osmaniye Hekimiyatının Ahvalini Tasvif (1871)
TARİH: 
Kainat (15 kitap, 1871-1881)
Üss-i İnkilab (2 cilt, tarih 1877-1878)
Tarih-i Umumi (2 cilt, 1878-1879)
Mufassal Tarih-i Kurun-ı Cedide (3 cilt, 1886-1888)
Tedris-i Tarih-i Edyan (1913)
Tedris-i Tarih-i Umumi (1913)
MAKALE-MEKTUP: 
Menfâ (1877)
Zübdet-ül Hakayık (anı-belge, 1878)
Ekonomi-Politik (1879)
Müntehabat-ı Tercüman-ı Hakikat (3 cilt, 1883)
Arnavudlar ve Solyotlar (1888)
Müntehebat-ı Ahmed Mithad (3 cilt, 1889)
Halla-ü Ukad (mektuplar, 1890)
RUHBİLİM: 
Nevm ve Hâlât-ı Nevm (1881)
İlhamat ve Tagligat (1885)

Sami Paşazade Sezai:

  • AHMET MİTHAT EFENDİ (1844-1913)
  • Tanzimat Edebiyatının EN POPÜLER(HALKÇI) EN ÜRETKEN YAZARIDIR.
  • Tanzimat Edebiyatında halk üzerinde en çok etkili olan sanatçıdır. Halka okuma alışkanlığı kazandırmaya çalışmıştır. Bunda başarılı olmuştur. “Sanat toplum içindir.” anlayışını benimsemiştir.
  • Eserleriyle toplum için “hace-i evvel”(ilk okul hocası) olmuştur. Türk edebiyatında onun kadar eser veren başka bir sanatçı yoktur; bu nedenle “yazı makinesi” olarak tanınır.
  • Ahmet Mithat’a göre; edebiyat bilginlerin daha önce araştırıp bulduklarını halka yayan bir araçtan başka bir şey değildir. Eserlerinde halkın anlayabileceği sade bir dil kullanmıştır.
  • Roman, makale, öykü, anı, tiyatro, gezi, tarih, hukuk, felsefe, coğrafya, ziraat, iktisat gibi birçok alanda eser vermiştir.
  • Romanları teknik açıdan kusurludur. Olayın akışını kesip araya girerek bilgi verir; gereksiz açıklamalar yapar. Tarih, polisiye, macera, aşk, yanlış Batılılaşma ve cariyelik gibi birçok konuda roman yazmıştır. Romanların isimleri bile konuları hakkında bilgi vermiştir. Olaylar bazen yazarın hiç görmediği yerlerde geçer.
  • “Halk için roman” çığırını edebiyatımızda o açmıştır.
  • Romantizm akımının etkisinde kalmıştır.
  • Öykü ve romanlarında meddah tekniğinden yararlanmıştır.(olayın akışını kesip bilgi verme)
  • Türk edebiyatında ilk öykü örneklerini vermiştir. (Letaif-i Rivayet)
  • Gazetecilik yönü de vardır. Tercüman-ı Hakikat, Bedir, Devir gazetelerini çıkarmıştır. Dağarcık ve Kırkambar adlı dergileri de çıkarmıştır.
  • Servetifünun yazarlarını eleştirerek onlara Dekadanlar (soysuzlaşmış) adını takmıştır.
  • Evinde kurduğu küçük bir matbaada eserlerini basmıştır.
  • “Esrar-ı Cinayet” adlı romanı edebiyatımızda ilk polisiye roman sayılır.
ESERLERİ:
Romanları
Hasan Mellâh yâhud Sır İçinde Esrar (1874)
Dünyaya İkinci Geliş yâhud İstanbul’da Neler Olmuş (1874)
Hüseyin Fellah (1875)
Felatun Bey ile Rakım Efendi (1875)
Karı-Koca Masalı (1875)
Paris’de Bir Türk (1876)
Çengi (1877)(oyun)
Süleyman Musûlî (1877)
Yeryüzünde Bir Melek (1879)
Henüz On Yedi Yaşında (1881)
Karnaval (1881)
Amiral Bing (1881)
Vah! (1882)
Acâib-i Âlem (1882)
Dürdâne Hanım (1882)
Esrâr-ı Cinâyât (1884)
Cellâd (1884)
Volter Yirmi Yaşında (1884)
Hayret (1885)
Cinli Han (1885)
Çingene (1886)
Demir Bey yâhud İnkişâf-ı Esrâr (1887)
Fennî Bir Roman Yâhud Amerika Doktorları (1888)
Haydut Montari (1888)
Arnavutlar-Solyotlar (1888)
Gürcü Kızı yâhud İntikam (1888)
Nedâmet mi? Heyhât (1889)
Rikalda yâhut Amerika’da Vahşet Âlemi (1889)
Aleksandr Stradella (1889)
Şeytankaya Tılsımı (1889)
Müşâhedât (1890)
Ahmed Metin ve Şîrzât (1891)
Bir Acîbe-i Saydiyye (1894)
Taaffüf (1895)
Gönüllü (1896)
Eski Mektûblar (1897)
Mesâil-i Muğlaka (1898)
Altın Âşıkları (1899)
Hikmet-i Peder (1900)
Jön Türkler (1910)
Öyküleri
Kıssadan Hisse (1870)
Letâif-i rivayet
Suni’fi Zann(1870)
Gençlik (1870)
Esâret (1870)
Teehhül (1870)
Felsefe-i Zenân (1870)
Gönül (1870)
Mihnetkeşân (1870)
Firkat (1870)
Yeniçeriler (1871)
Ölüm Allâhın Emri (1873)
Bir Gerçek Hikâye (1876)
Bir Fitnekâr (1876)
Nasîb (1877)
Çifte İntikam (1887)
Para (1887)
Kısmetinde Olanın Kaşığında Çıkar (1887)
Diplomalı Kız (1890)
Dolabdan Temâşâ (1890)
İki Hud’akâr (1893)
Emânetçi Sıdkı (1893)
Cankurtaranlar (1893)
Ana-Kız (1893)
OYUNLAR: 
Eyvah (oyun, 1871)
Açık Baş (oyun, 1874)
Ahz-ı Sar yahut Avrupa’nın Eski Medeniyeti (1874)
Zuhur-ı Osmaniyan (1877)
Çengi (1877)
Çerkeş Özdenler (1884)
Fürs-i Kadim’de Bir Facia yahut Siyavuş (oyun, 1884)
DİL KİTAPLARI: 
Durub-ı Emsal-i Osmaniye Hekimiyatının Ahvalini Tasvif (1871)
TARİH: 
Kainat (15 kitap, 1871-1881)
Üss-i İnkilab (2 cilt, tarih 1877-1878)
Tarih-i Umumi (2 cilt, 1878-1879)
Mufassal Tarih-i Kurun-ı Cedide (3 cilt, 1886-1888)
Tedris-i Tarih-i Edyan (1913)
Tedris-i Tarih-i Umumi (1913)
MAKALE-MEKTUP: 
Menfâ (1877)
Zübdet-ül Hakayık (anı-belge, 1878)
Ekonomi-Politik (1879)
Müntehabat-ı Tercüman-ı Hakikat (3 cilt, 1883)
Arnavudlar ve Solyotlar (1888)
Müntehebat-ı Ahmed Mithad (3 cilt, 1889)
Halla-ü Ukad (mektuplar, 1890)
RUHBİLİM: 
Nevm ve Hâlât-ı Nevm (1881)


Başarı temasını ele alan örnek yazı:

BAŞARILI OLMAK İÇİN

Başarılı olmak için çalışmak gerekir. Eskiden atalarımız şöyle demişler ‘Nerede hareket, orada bereket’. Çalışmadan nasıl başarıya ulaşabiliriz. Elbette çalışmamız lazım. Her şey de insanoğlunun sabırlı olması bu hayata önemlidir. Sabırla bir çok şey bitirebiliriz, halledebiliriz, çözebiliriz.
İnsan sadece başarıya giden yolda kötü şeyler karşılamaz, tüm hayatını ilgilendiren şeylere karşılaşabilir. Örneğin bir adam para kazanmak için çok çalıştı, çok zaman ayırdı ve sonucunda çok para kazandı ve zengin oldu. Zenginliğe ulaştı, elde etti, istediği her şeyi satın alabilir, bir gün zenginlikten de bıkacak, her şeyi elinde. Bu durumda ne yapmalı? Tabi ki fakirliğin, zorluların hatırlaması gerekiyor. Bu gibi insanlar çoktur, geçen yıl bir gazetede okuduğuma göre Amerikalı bir zengin kendisinin ve ailesinin yemeği için çok az para harcarmış ve öğle yemeğinde hamburger gibi yemekleri yermiş ve dünyanın en cimri zengini unvanı almış. Cimri zenginin kızı bir gün arkadaşını hava alanında karşılayacağını söylemiş, kız geç kalmış ve babasının arabasına binerek hava alanına gitmiş, kız babasına söylemeden gittiği için ve araba kullandığı için babasına para ödemiş. Böyle örnekler yaşamımızda çok. Başarılı olmak için ilk olarak o şeyi istememiz lazım ve çabalamak gerekiyor. Başarılı olmaya çalışmadan önce düşünmemiz gerekir, bu başarı benim için önemli mi yoksa önemli değil mi diye kendimize sormalıyız. Başarıya ulaşmak da kolay değildir. Başarılı olmak için tüm vaktini o işe vermelisin. Başarıya ulaşmak için bir kaç etken, o etkenleri kendi başarına kullanabilirsin. Çünkü her insanın başarılı olması diğerlerine benzemez, bu yüzden kendini başarına kendin ulaşabilirsin.

Örneğin ben nasıl bir başarıya ulaşabilirim eğer o şeyi istediğim bir şeye, zevkle uğraşabilirim, benim ilk amacım iyi okumak ve üniversiteyi iyi dereceyle bitirmek ve başarılı olarak çalışmaktır. Bunlar eğer gerçekleşse bu benim başarımdır. Sadece işte, okulda değil arkadaşlar arasında ve gerçek hayatta da büyük başarılara ulaşmak isterim. Başarıya ulaşmak için ne yapmalıyım, tabi ki çalışmalıyım.


Cumhuriyetin Türk kadınına sağladığı haklar nelerdir ?

CUMHURİYETİN TÜRK KADININA SAĞLADIĞI HAKLAR MADDELER HALİNDE
Atatürk Cumhuriyetin ilanıyla birçok devrim ve inkılaplara imza atmış, Türk kadınına da bir çok haklar vermiştir.
1- 1924 – Eğitim Öğretim Hakkı

2- 1925 – Kılık Kıyafet Kanunu

3- 1926 – Medeni Kanun ile kazanılan haklar

4- 1930 – Seçme Hakkı

5- 1933 – Muhtar Seçilme Hakkı

6- 1934 – Seçme ve Seçilme Hakkı

Kadın haklarının tanınması (1930-1933 ve 1934).

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir